Yapay Zekâ: Felsefi Arka Planı ve Geleceğe Dair Mülahazalar
Ahmet Ayhan Çitil
5 Tem, 2024
Yapay Zekâ: Felsefi Arka Planı ve Geleceğe Dair Mülahazalar
Ahmet Ayhan Çitil
5 Tem, 2024

Yapay zekâ (İng. Artificial Intelligence), bilgisayar biliminin, bilgisayarların zekâ atfedilebilecek biçimde işlemler yapmalarını ve özerk hareket edebilmelerini sağlamak üzere programlar geliştiren alt dalıdır. Yapay zekâ; dar kapsamda belirlenmiş görevleri yerine getiren programlar, uzun vadede ise akıl sahibi bir özneyi modelleyen, insansı, özerk hareket edebilen bilgisayarlar/makineler üretmeyi hedefler.

Oxford ve Yale Üniversitelerinin 2016 yılında yapay zekâ alanında çalışan 352 araştırmacıyla yaptığı bir ankete göre, makinelerin önümüzdeki elli yıl içinde çamaşır katlamaktan, herhangi bir legoyu birleştirmeye, bir metni sesli okumaktan kamyon kullanmaya, bir lise ödevi hazırlamaktan pop şarkıları bestelemeye, bir dili bir başka dile tercüme etmekten reyon görevlisi olarak çalışmaya birçok işi insanlardan devralabileceği öngörülmektedir.[1] Bu işler, yapay zekânın dar kapsamda anlaşılmasının sonuçlarıdır. Bazı bilim adamları ve felsefeciler, geniş anlamıyla yapay zekâ projesinin 2050’li yıllardan önce sonuçlanacağını ve bu gerçekleştiğinde insanoğlunun son keşfini yapmış olacağını, çünkü artık yeni bir şey keşfedilecekse bunun o yapay zekâ tarafından gerçekleştirileceğini öne sürmektedirler. Bu görüş, aynı zamanda, aşağıda üzerinde duracağımız gibi, teknolojik tekillik olarak da adlandırılmaktadır.

Yapay Zekânın Felsefe ile İlişkisi
Konu hem bilimsel gelişmelerle ilgisi nedeniyle hem de hayal gücünü tetikleyen boyutlarıyla toplumun çok farklı kesimlerinin ilgisini çekmekte ve farklı yönleriyle tartışmaya konu edilmektedir. Bu yazıdaki amacımız yapay zekânın imkânını ve beraberinde getirdiği bazı sorunları felsefe ile ilişkisi içerisinde tartışmaktır.

Yapay zekâ, muhakeme, konuşma, özerk eylem gibi insana özgü özelliklerin makineler tarafından gerçekleştirilebileceğini iddia eder.  Böyle bir iddianın ise zihin felsefesinin tartışma alanına girmesi kaçınılmazdır. Çünkü böyle bir iddiayı öne sürdüğünüzde esas itibarıyla zihinsel olanın, cisimsel olanın alanında simüle edilebileceğini veya düşünsel olanın (İng. intelligible) uzamsal olana (İng. extensional) indirgenebileceğini ifade etmiş oluruz. Dolayısıyla tartışma, Descartes’tan beri zihin felsefesinin tartışma alanını belirleyen ikiciliğin (İng. dualism) aşılıp aşılamayacağı tartışmasına bizi getirmektedir.

Bilindiği gibi Fransız filozof Descartes, her ne kadar tek bir cevherin (Tanrının) var olduğunu düşünsek de bu cevher fikri üzerinden zihni ve cismi (bedeni) ayrık iki ayrı cevher olarak ele alabileceğimizi öne sürmüştür.

İlki, niteliklerin (Lat. Qualia), yani renk, koku, ses, tat gibi bilinçte deneyimlenen özelliklerin, fiziksel süreçlerle açıklanamayacağını öne sürer. Örneğin, bir şişenin rengini görme süreci fiziksel olarak açıklanabilir, ancak bu süreç bilinçli bir “ben” ve tecrübe edilen rengin açıklaması olamaz. Bu, zihin felsefesinin zor problemi olarak bilinir.

İkinci sav (Franz Brentano’nun psikoloji ve felsefe literatürüne kazandırdığı bir terimi kullanarak ifade edersek), zihnin yönelimselliği (İng. intentionality) ile ilgilidir. Bu terimin kökündeki “intensio” sözcüğü Arapça “mâna” sözcüğünün Latince’ye çevirisidir. Bu itibarla zihnin yönelimsel olması demek zihnin kavrama, arzulama vb. fiillerinin fiile konu olan unsurları aşan bir nesneyi haiz olmasıdır. Zihin, duyusal işaretlerde bulunmayan anlamları idrak edebilir. Bu özellik, zihni cisimsel olandan ayırır, çünkü cisimsel etkileşimlerde bu tür yönelimsellik yoktur.

Üçüncü sav, dil ve muhakeme ile ilgilidir. İnsanlar, sınırsız anlamları ifade edebilen bir dili öğrenme ve kullanma, yargılama ve muhakeme yeteneklerine sahiptir. Descartes, insanların makineden farkını şu şekilde açıklar:[2]

(…) bedenleri bizimkine benzeyen ve ahlaki davranışlarımız da dahil olmak üzere, bütün davranışlarımızı taklit eden makinelerin bulunacağı bir yerde, onların hakiki insanlar olmadıklarını anlamak için elimizde daima gayet kesin iki araç bulunacaktır. Birincisi, onların, bizim düşüncelerimizi başkalarına bildirirken yaptığımız gibi, söz ve işaretleri bir araya getirerek kullanmalarına asla imkân yoktur Çünkü, pekâlâ, söz söyleyebilen, hatta organlarında bazı bazı değişmeler meydana getiren bedensel etkiler dolayısıyla bazı sözler söyleyebilen, örneğin herhangi bir yerine dokunulduğunda ne istendiğini soran, başka bir yerine dokunulunca da bağırıp canının yandığını bildiren ve buna benzer şeyler yapabilen bir makine tasavvur edilebilse bile, önünde söylenen her şeyin anlamına cevap vermek için, en sersem insanların bile yapabildiği gibi, sözleri türlü şekillerde düzene sokan bir makine tasavvur edilemez. İkincisi, birçok şeyleri bizim kadar, hatta bizden daha iyi yapsalar da bazıları mutlaka yapamazlar. Buradan da onların bilinçli bir şekilde değil de sadece organlarına verilen düzen sayesinde hareket ettikleri meydana çıkar. Çünkü, akıl, her durumda işe yarayabilen evrensel bir alet olduğu halde, bu organlar her özel iş için belirli bir özel düzene sokulmuş olmak durumundadırlar: onun için, makinede, onu hayatın bütün durumlarında aklımızın bizi hareket ettirdiği gibi hareket ettirecek değişiklikler bulunması moral bakımdan imkânsızdır.

Descartes’ın bu düşünceleri oldukça ikna edici görünmektedir. Descartes’ın ikiciliği, zihnin cisimsel olana indirgenemeyeceğini savunur, bu da yapay zekânın mümkün olup olmadığını sorgulatır. Eğer bu iddia kabul görüyorsa, aklın (zekânın) cisimsel mekânda inşa edilen bir makine veya makine üzerinde çalışan bir program tarafından temsil ve taklit edilebileceği, bu itibarla da yapay bir zekânın geliştirilebileceği nasıl düşünülebilir?

Ancak iki önemli dönüşüm bu düşünceyi değiştirmiştir: cevher kavramının felsefeden çıkarılması ve mantığın matematikselleşmesi.

Bu düşüncenin gelişmesi düşünce tarihinde iki önemli dönüşüme bağlı olarak gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki cevher kavramının felsefî söylemden elenmesi, diğeri ise mantığın matematikselleşmesi ve hesap kuramını doğurmasıdır. Şimdi bu önemli dönüşümleri kısaca ele alalım.

Yapay zekâ, bireylerin zihinsel özelliklerini, bir cevherin değil işlevlerin bir parçası olarak görür. Bu görüş, Kant’ın klasik metafiziğe yönelik eleştirileri ve evrim kuramının etkisiyle gelişen işlevselcilikten kaynaklanır. İşlevselcilik, insanı belirli uyaranlara belirli tepkiler veren bir işlevler toplamı olarak görür, bu nedenle insan gibi tepki verebilen makinelerin zekâya sahip olabileceği düşünülmeye başlanmıştır.

Yapay zekâ projesinin arka planında yer alan ikinci önemli dönüşüm ise mantık alanında gerçekleşmiştir. Modern tabiat anlayışı ile cevherlerin varlığı tutarlı bir biçimde savunulamadığından, tabiatta somut bireylerin değil olguların esas teşkil ettiği düşünülmüştür. Cevherleri ve onların adlandırılmasını esas alan, bu itibarla da terimler mantığını temele yerleştiren geleneksel mantıktansa, olguları ve dolayısıyla bağıntıları dilde temsil eden yeni bir mantığın geliştirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu işe girişen ve modern mantığın kurucusu olan isim ise bilindiği gibi Gottlob Frege’dir. Frege modern mantığı (niceleme mantığını) aritmetiği mantığa indirgeme projesi dâhilinde geliştirmiştir. Aritmetiğin tüm doğru önermelerinin içerisinde teorem olarak ispatlanabileceği bir mantık dizgesi inşa etmeye yönelmiştir. Bu projenin ayrıntılarına girmeyeceğiz.

Frege’den sonra, bugün biçimselcilik diye andığımız felsefi görüşü savunan David Hilbert, Frege’nin geliştirdiği biçimiyle bir biçimsel dizgenin tutarlılığının aynı biçimsel dizge içerisinde bir teorem olarak ispatlanabilmesi durumunda matematiğin sağlam bir temele kavuşacağını düşünmüştür. Ancak bu amaca ulaşılamayacağı Avusturyalı mantıkçı ve matematikçi Kurt Gödel’in 1931 yılında verdiği ve bugün tamamlanamazlık teoremleri olarak andığımız teoremlerle gösterilmiştir. Kurt Gödel, içinde aritmetiğin tüm önermelerini temsil edebileceğimiz kadar güçlü bir biçimsel dizgede, kendisi doğru olmakla ispatı verilemeyen önermeler inşa edilebileceğini ve söz konusu biçimsel dizgenin tutarlılığının dizge içerisinde ispatlanamayacağını göstermiştir. Bu ispatı yaparken “ispat edilebilir olma” yüklemini dizge içerisinde tanımlamış, bunu yapabilmek için de bugün özyineli (İng. recursive) fonksiyonlar dediğimiz fonksiyonlar kümesini inşa etmiştir. Özyineli fonksiyonlar bir biçimsel dizgede temsil edilebilen tüm fonksiyonları içermektedir.

Öte yandan, tüm bu tartışmalarda biçimsel dizge ile neyin kastedildiği tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Biçimsel dizgenin mahiyetinin anlaşılmasına yönelik tartışmalar sürerken İngiliz matematikçi Alan Turing bugün Turing makineleri olarak andığımız bir dizge inşa etmiştir. İçine işaretler yazılabilen kutucuklardan oluşan ve iki yönde de ilkesel olarak sonsuz olarak uzatılabilecek bir şerit üzerinde basit işlemler yapabilen (sağa ve sola bir kutu gidebilen, olduğu kutu üzerinde kalabilen, üzerinde durduğu kutuya işaretler yazabilen ve silebilen) bir makine tasavvur etmiştir. Bu makine şerit üzerinde verilen bir girdi üzerinde, kendisine verilen ve basit komutlar içeren bir yönergeye dayanarak işleme başlamakta, girdiler üzerindeki işlemlerini tamamlayıp başladığı noktada durması halinde ise bir fonksiyonu hesaplamış olmaktadır. Eğer böyle bir durma (İng. halting) gerçekleşiyorsa o Turing makinesinin söz konusu girdiden bir çıktı üretemediği, dolayısıyla söz konusu fonksiyonu hesaplayamadığı söylenmektedir.

Turing böyle bir makinenin Gödel’in inşa ettiği özyineli fonksiyonlar kümesinde yer alan fonksiyonların tamamını ve sadece bu fonksiyonları hesaplayabileceğini ispat etmiştir. Kurt Gödel de Turing makinesinin biçimsel dizgelerin bir paradigması olduğunu ifade etmiştir. Bir bakıma, mantığın sınırları içerisinde temsil edilebilen tüm fonksiyonlar, insanların hakkında anlamlı olarak konuşabilecekleri tüm yüklemleri (kavramları) kapsadığından, yukarıda Descartes’ın ifade ettiği eleştirilerden bir kısmının aşılabilmesinden artık söz edilmeye başlanmıştır. Bir başka deyişle, dilin insan dışı bir ortamda, bir makine üzerinde yeniden üretilebilir olduğu düşünülmüş, bu itibarla da belki de insanoğlunun en ayırt edici özelliği olan bir doğal dili konuşabilme özelliği makinelerce / programlarca temsil ve taklit edilebilme imkânına kavuşmuştur.

Yapay Zekâ Projesi Nasıl Şekillendi?
Yapay zekânın yukarıda andığımız dar ve geniş anlamda anlaşılma biçimleri, Zayıf ve Güçlü Yapay Zekâ Tezleri ile ifade edilir. Zayıf Yapay Zekâ Tezine göre bilgisayarlar doğal dilleri anlamaz, sadece simüle ederler. Güçlü Yapay Zekâ Tezine göre ise uygun bir biçimde programlanmış bilgisayarlar doğal dilleri anlayabilir ve insanlara benzer şekilde zihinsel yetkinliklere sahip olabilirler. Alan Turing, güçlü yapay zekâ tezini savunan önemli bir isimdir.

Alan Turing, yapay zekâ tartışmalarını başlattığı makalesinde[3], taklit oyununun yeni bir versiyonunu önerir ve bu test, bugün Turing Testi olarak bilinir. Bu testte, iki kapalı odada bulunan biri insan, diğeri bilgisayar, yazılı sorulara cevap vererek sorgulayıcıyı insan olduklarına ikna etmeye çalışırlar. Turing’e göre, bu testi geçebilen bir program, insan zekâsına sahip olarak kabul edilmelidir.

Turing, bu testi geçebilen programların yaklaşık elli yıl içinde yapılabileceğini öngörmüştür. Günümüzde çeşitli yarışmalarla Turing Testi uygulanmakta, ancak henüz beklentileri tam olarak karşılayan bir program geliştirilememiştir. Turing Testi, yapay zekâ araştırmalarını belirli bir hedef etrafında toplasa da testin zekâ ile konuşmayı özdeşleştirmesi ve sadece dijital bilgisayarlara uygulanması eleştirilmektedir. Bu tartışmalar, yapay zekâ araştırmalarının alt dallara ayrılarak gelişmesine yol açmıştır.

Turing, makalesinde önerisine karşı dokuz eleştiri sıralar ve cevaplar önerir:

  1. Teolojik itiraz
  2. “Kafaları kuma gömme” itirazı
  3. Matematiksel itiraz
  4. Bilinçlilik kanıtlaması
  5. Çeşitli engellere bağlı kanıtlamalar
  6. Lady Lovelace’in itirazı
  7. Sinir sistemindeki süreklilik kanıtlaması
  8. Davranışların enformelliği (biçimselleştirilememesi) itirazı
  9. Duyu-ötesi algı itirazı

Turing’in Güçlü Yapay Zekâ Önerisine Yönelik Eleştiriler 
1. Leibniz’in Değirmen Kanıtlaması: Leibniz, Monadoloji adlı eserinde bir makinenin düşünme ve algılama yeteneğine sahip olamayacağını, çünkü makinenin iç yapısının bunları açıklayamayacağını savunur.[4] Ona göre, düşünme ve algı yalnızca basit cevherlere atfedilebilir.
2. Ned Block’un Blockhead Kanıtlaması: Block, bir makinenin tüm olası girdilere karşılık verebilecek çıktıları hafızasında tutabileceğini, ancak bu makineye zekâ atfedilemeyeceğini belirtir.[5] Bu, Turing Testi’nin zekâ için yeterli bir koşul sağlamadığını gösterir.
3. John Searle’ün Çince Odası Kanıtlaması: Searle, Çince karakterlerle dolu bir odada bulunan bir kişinin, yönergelere uyarak anlamadan Çince sorulara makul yanıtlar verebileceğini, ancak bu kişinin Çince bildiğinin söylenemeyeceğini belirtir.[6] Dolayısıyla, Turing Testi’ni geçen bir makineye zekâ atfedilemez.

Şimdi güçlü yapay zekâ tezine yönelik eleştirileri bırakalım ve yapay zekâ projesinin nasıl bir seyir izlediğine ve hem teorik hem de pratik düzlemlerde hangi meydan okumalarla karşı karşıya kaldığını inceleyelim.

Yapay Zekâ Projelerinin Karşılaştığı Temel Sorunlar
İlki, sağduyuya dayalı akıl yürütmenin biçimselleştirilmesi ve monoton olmayan mantıkların geliştirilmesi sorunlarıdır. İnsanlar eksik bilgiyle karşılaştıklarında yeni bilgilerle sonuçlarını revize edebilirken, makineler bunu başaramaz. Bu nedenle, insan davranışlarını simüle edebilmek için monoton olmayan mantıkların geliştirilmesi gereklidir.

İkinci sorun, hesaplama karmaşıklığı ile ilgilidir. Hesaplama karmaşıklığı, bir problemin kaç işlem adımında ve ne kadar hafıza kullanarak çözülebileceğini inceler. Özellikle NP-zor (non-deterministically polynomial) problemler, Turing testini geçebilecek programların yazılması için önemli bir engeldir. P vs NP problemi henüz çözülememiştir, ancak bu problemin çözülmesi, Turing testini geçebilecek programların yazılmasını kolaylaştırabilir.

Yazımızın başında bazı bilim adamı ve felsefecilerin, geniş anlamıyla anlaşılan yapay zekâ projesinin de 2050’li yılları bulmadan sonuçlanacağını ve hatta bu gerçekleştiğinde insanoğlunun son keşfini yapmış olacağını savunduklarını belirtmiştik. Böyle bir olayın gerçekleşmesi tarihsel bakımdan bir tekillik olarak anılmaktadır. Öncelikle tekillik kavramı üzerinde duralım ve tarihsel bir tekilliğin farklı versiyonlarını tanıtalım.

Tarihsel tekillik kavramı, insan zekâsını aşan bir bilinçle karşılaşmayı ifade eder. Teknolojik tekillik, gelecekte yapay zekânın insan zekâsını aşarak medeniyeti ve insan doğasını radikal bir şekilde değiştireceğine inanılan noktadır. Bu terimi ilk kez bilim kurgu yazarı Vernor Vinge[7] kullanmıştır.

Transhümanizm, teknolojilerin insanlara eklenerek insanlık durumundaki sorunların aşılabileceğini savunan bir düşüncedir. Yapay zekâ projelerinde elde edilen sonuçlar, transhümanist teknolojilerin gelişiminde önemli rol oynayacaktır.

Etik Problemler ve Yapay Zekânın Toplumsal Etkileri
İlk olarak, yukarıda ifade ettiğimiz teknolojik tekilliğin gerçekleşmesinden bağımsız olarak, böyle bir düşünüş biçiminin insanın kendisi mevcut sahne içerisinde nasıl konumlandırdığına değinelim. Teknolojik tekillik ve yapay zekâ üzerine düşünceler, insanın kendisini nasıl konumlandırdığına dair ciddi eleştiriler içerir. Yani insan eşref-i mahlûkat değildir. Türlerden bir türdür ve daha gelişmiş türlere nispetle kendisini daha aşağı bir konumda algılamalıdır.

İkinci olarak, söz konusu tartışmanın ne ölçüde bilimsel bir zeminde yürütüldüğü tartışmalıdır. Kant’ın evren ve evrendeki nedensellik hakkında yürüttüğü tartışmayı kısaca hatırlayalım. Kant, Kritik der reinen Vernunft adlı klasik eserinde, insan aklının, “Evrendeki tek nedensellik türü mekanik nedensellik midir, yoksa bunun yanında özgür bir nedensellik var mıdır?” sorusunu ele alır ve bu sorunun teorik aklın sınırları içerisinde cevaplanamayacağını öne sürer. Bir başka deyişle, bu soru her iki cevabın da yeterince gerekçelendirilebildiği ve birinin diğerinde tercih edilemediği antinomik bir durum yaratır. Kanaatimizce insan – makine tartışması bu antinominin yarattığı karanlıkta sürmektedir. Dolayısıyla öne sürülen savların ne ölçüde kabul edilebilir ve bilimsel olduğu derinlemesine tartışılmalıdır.

Üçüncü olarak konunun siyaset ve siyasallaşma ile ilgili olumsuz etkilerinden söz edelim. Özellikle gençlere insanlığın karşılaştığı, açlık, yoksulluk, çevre felâketleri vb. sorunlarla ilgili fikirleri sorulduğunda, gittikçe artan oranlarda, bu sorunlara geliştirilen teknolojiler üzerinden nasılsa bir çözüm bulunacağını ifade etmekte oldukları görülmektedir. Bir bakıma bu ara sorunları çözeceği umulan bir “Teknoloji Tanrısı”na iman ediyor görünmektedirler. Bu bakış açısı sorunların toplumsal kökenlerini görmek, mükellefiyetlerin farkına varmak gibi konularda eksikliklere yol açmaktadır.

Dördüncü olarak, yapay zekâ projesinin ortaya çıktığı dönemde işlevselcilikten neşet eden bir tür davranışçılığın hâkim olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bilinci, bilinçaltıyla ve tarihsel belirlenimlerle ilişkisi içerisinde ele almayan, sathî bir uyaran – tepki modellemesinin ne ölçüde doğru bir insan kavrayışı ile makineleri kıyasladığı yine tartışılmaya muhtaçtır.

Beşinci olarak, dar kapsamıyla anlaşılan yapay zekâ projesinin gelişimine katkıda bulunduğu teknolojik ürünlerin çok yakın zamanlarda hayatımıza girmeye başlayacağı düşünülebilir. Bunun da pek çok etik sorunu beraberinde getireceği unutulmamalıdır. Örneğin sürücüsüz bir aracın olası bir kaza anında hangi algoritmaya göre karar vereceği, araçtakilere mi yoksa dışarıdakilere mi zarar vermemeyi önemseyeceği, iki farklı senaryo ile karşılaşsa kime zarar vermeyi kime zarar vermemeye nasıl tercih edeceği teknolojiyi üretenlerin karar veremeyeceği ahlakî ve fıkhî boyutları olan bir meseledir. Benzer şekilde yapay zekâya dayalı teknolojilerden kaynaklanan hasar ve zararların sorumluluğu da ayrıca değerlendirilmek durumundadır.

Altıncı olarak, yapay zekâya bağlı olarak gelişen teknolojilerin yeni bir işsizlik dalgası yaratıp yaratmayacağıdır. Burada da belki öne çıkan soru böyle bir durum oluşsa bile yapay zekâya dayalı teknolojilerin refaha yapacağı katkının nasıl paylaşılacağı ve yarattığı kötü yan etkileri giderip gideremeyeceğidir.

Son olarak, pek çok insan makinelerin bir kalkışmasının olup olmayacağını, makinelerin insanların sonunu getirip getirmeyeceğini sormaktadır. Asıl sorulması gereken soru bu makineleri kimlerin hangi niyetlerle kullanmayı planladıklarıdır. Yapay zekâya sahip makinelerden kurulan bir ordu kime karşı ve neden savaşacaktır? Yapay zekâya dayalı teknolojilerden hareketle elde edilen bilgi ve refah kim için kullanılacaktır?

Tüm bu konular felsefî bir bütünlük içerisinde ve şimdiden tartışmaya açılmak durumundadır. Aksi takdirde insanlık için çok büyük bir fırsata dönüşebilme ihtimali olan bir teknolojik devrim, aynı ölçüde büyük bir yıkımla nihayetlenebilme potansiyeline de sahip görünmektedir.

Not: Bu yazı “Çitil, Ahmet Ayhan. “Yapay Zekânın Felsefi Temelleri”, Din Hukuk ve Teknoloji, Editörler Adnan Bülent Baloğlu, Yıldıray Sipahi, T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2023: s. 27-40” adı altında belirlenen tarihte yayımlanmış metnin bazı kısımları kısaltılarak hazırlanmıştır.

 

[1] K. Grace, et. al, “When Will AI Exceed Human Performance? Evidence from AI Experts”, Submitted on 24 May 2017 (v1), last revised 30 May 2017 (v2), https://arxiv.org/abs/1705.08807.

[2] R. Descartes, Yöntem Üzerine Konuşma, çev. K. Sahir Sel, (İstanbul: Sosyal Yayınlar, 2010), s. 52-3.

[3] A. Turing, “Bilgiişlem Makineleri ve Zekâ”, Aklın G’özü, Hofstadter ve Dennett (ed.) içerisinde, s.59-72.

Hofstadter, D. R. ve Dennett, D. C. (ed.), Aklın G’özü: Benlik ve Ruh Üzerine Hayaller ve Düşünceler, çev. Füsun Doruker, (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2005).

[4] G. W. Leibniz, Monadoloji, Çev. S. K. Yetkin, (İstanbul: M.E.B.Yayınları, 1997), 17. Bölüm.

[5] N. Block, “Psychologism and Behaviorism”, The Philosophical Review (Duke University Press: 1981), 90, s. 5–43.

[6] J. Searle, “Bilgisayarlar Düşünebilir mi?” (İstanbul: Cogito 13: 1998) s.57-66.

[7] V: Vinge, “The Coming Technological Singularity”, Vision-21: Interdisciplinary Science & Engineering in the Era of CyberSpace, Proceedings of a Symposium held at NASA Lewis Research Center, 1993, s. 11-22.

İSAM Bülteni‘ne

Abone Ol!

İSAM Bülteni‘ne

Abone Ol!