Bir İstanbul Âşığı ve Sanat Tarihi Üstadı Semavi Eyice
Sema Doğan
9 Ağu, 2024
Bir İstanbul Âşığı ve Sanat Tarihi Üstadı Semavi Eyice
Sema Doğan
9 Ağu, 2024

Prof.Dr. Semavi Eyice İstanbul Üniversitesi’ndeki odasında çalışırken

Türkiye’nin ilk Bizans sanat tarihçisi Semavi Eyice, 9 Aralık 1922 tarihinde İstanbul’un Kadıköy semtinde, kışın keskin soğuklarının hüküm sürdüğü bir vakitte dünyaya gelir. Meşhur Haydarpaşa Çayırı Yangını sırasında Kadıköy’deki evleri harabeye döndüğünden, doğumuna kısa bir süre kala ailesi Selimiye’deki bir akraba evine taşınmak zorunda kalır. Bu sebeple Eyice hayata gözlerini Selimiye’deki akraba evinde açar. Zamanla evlerinin tamir ve bakımı tamamlanınca aile, yeniden Kadıköy’deki evlerine döner ve eski yuvalarına kavuşurlar.

Babası Amasra’nın köklü ailelerinden Eyiceoğulları’na mensup, deniz kuvvetlerinden emekli Mehmet Kâmil Bey, annesi yine Amasralı Hacı İbrahim Kaptan’ın kızı Hatice Hanım’dır. Eyiceler’in İstanbul serüveni, babası tarafından dedesi Mustafa Efendi’nin 1890’lı yıllarda İstanbul’a yerleşme kararıyla başlamıştır. İlköğrenimine önce Kadıköy Saint Louis’de başlar, dönemin şartları gereği okul kapatılınca abisinin okuduğu Saint Joseph Fransız okuluna geçer. Onun da kapatılmasının ardından ilkokulunu Osmangazi İlkokulu’nda tamamlar. Küçük yaşlarda sanat tarihine olan ilgisiyle hafta sonlarını İstanbul’un tarihî sokaklarında gezip, eski eserlerin fotoğraflarını çekerek ve notlar alarak geçirir. Bu ilgisi zamanla tutkuya dönüşen Eyice, orta ve lise eğitimini Galatasaray Lisesi’nde (1943) tamamladıktan sonra aynı yıl Türkiye’de ihmal edilmiş bir alan olan arkeoloji ve sanat tarihi eğitimi almak üzere kendi kararıyla uzun formaliteler sonucu Ankara’dan alınan izinle II. Dünya Savaşı’nın en sıkıntılı yıllarında Sirkeci Garı’ndan bindiği trenle Almanya’ya gider. Kendisine o yılları sorduğumuzda, savaşın acımasız gölgesinde, bombaların ve enkazın ortasında okumaya ve hayatta kalmaya çalışan o genç adamı, sanki uzak bir rüyayı anlatır gibi soğukkanlılıkla anlatırdı. 1944’te Viyana ve 1944-45 yıllarında Berlin üniversitelerinde öğrenim gördü. Bu yıllarda, sanat tarihinin önemli isimleriyle tanıştı.

Akademik Kariyeri ve Öncü Çalışmaları
1945 yılında yurda dönerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde devam eden Eyice, 1948’de Sanat Tarihi Kürsüsü’nde Türk-İslam sanatı dersi veren Prof. Ernst Diez’in danışmanlığında hazırladığı İstanbul Minareleri adlı lisans teziyle mezun oldu ve aynı yıl Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistanlığa atandı. 1951 yılında Bizans sanatı tarihi dersleri vermek üzere İstanbul’a gelen, Berlin Üniversitesi’nden de hocası olan Prof. Ph. Schweinfurth’un asistanlığını yaparak derslerini Türkçe’ye çevirdi. Bu süreçte aynı zamanda Edebiyat Fakültesi İslam sanatı derslerini veren Prof. K. Erdmann ile Prof. A. Gabriel’in her yıl fakültede verdiği konferans-derslerini de Türkçe’ye tercüme etti; yaz aylarında da Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaptığı incelemelerle çalışmalarını devam ettirdi.

Ârif Müfit Mansel’in başkanlığında yapılan Side arkeolojik kazılarına katılarak 1952 yılında Side’nin Bizans Dönemine Ait Yapıları hakkındaki tezi ile doktor, İstanbul’da Son Devir Bizans Mimarisi başlıklı çalışmasıyla doçent (1955) unvanını aldı. 1954 yılında eşi Kamuran Yalgın ile evlendi. 1963’te Edebiyat Fakültesi’nde kurulan Bizans Sanatı Kürsüsü’nün başına getirilerek 1982’de kürsü kapatılıncaya kadar Türkiye’deki Bizans sanatı çalışmalarına öncülük etti. 1961-62 yıllarında Türk Trakyası’nda yaptığı araştırmalar ve incelemeler ile buradaki Bizans dönemine ait eserleri ilk defa etraflı olarak ilim âlemine tanıttı.

1964’te İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimaî Bir Müessesesi: Zâviyeler başlıklı teziyle profesörlüğe yükselen Semavi Eyice, 1990 yılında emekli oldu. Emekliliğine kadar İstanbul Üniversitesi’ndeki öğretim faaliyetinin dışında Bizans sanatı hakkında yurt içinde ve yurt dışındaki çeşitli üniversitelerde misafir öğretim üyesi olarak dersler veren Eyice Hoca, emekli olduktan sonra da lisans ve yüksek lisans dersleri vermeye devam etti.

Semavi Eyice, uzun yıllar Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, Türk Tarih Kurumu, 1966-72 yıllarında üç dönem İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yönetim Kurulu ve 1972-74’te İstanbul Üniversitesi Senatosu üyeliklerinde bulundu. Türk Tıp Tarihi Enstitüsü ve Atatürk Kültür Merkezi şeref üyeliği ile birlikte Alman Arkeoloji Kurumu ve Belçika Krallık Akademisi’nin aslî üyesi de olan Eyice, aynı zamanda Fransız hükümetinin Légion d’Honneur madalyası sahibidir. Ayrıca Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA, 1997), Atatürk Kültür Merkezi Hizmet ödülü (2009), Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük ödülü (2011), ESKADER (2012) ile Yüzyılın İslâm Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet ödülüne (Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı, 2014) layık görüldü.

Eyice bir araştırma gezisinde

Kültürel Mirasın Tanıtılmasında “Tek Kişilik Ordu”
İstanbul’un tarihini ortaya çıkartmak için çocukluğundan itibaren sokak sokak, cadde cadde, semt semt dolaşıp, aldığı notlarla şehri hem fizikî hem de tarihî kimliği ile tanıma gayreti ve heyecanı ile kendini ve sanat tarihi alanını sürekli geliştiren Eyice, Türkiye’deki Bizans eserlerinin bir arşivinin meydana getirilmesi için çalıştı. Bir taraftan da Bizans sanatı tarihi konusunda yerli ve yabancı dergilerde makaleler yayımladı, uluslararası kongrelerde bildiriler sundu, konferanslar verdi. Yurt içinde, başta Türk Tarih Kurumu’nun Belleten’i olmak üzere, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Tarih Enstitüsü Dergisi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Anadolu Araştırmaları, Şarkiyat Mecmuası, Türkiyat Mecmuası, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, Sanat Tarihi Yıllığı, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi’nde yayımladığı makaleleri dikkat çekicidir. Semavi Eyice’nin üniversite öğrencisi olduğu yıllarda İstanbul’un Bizans eserlerine dair kaleme aldığı ilk yazısının yer aldığı İstanbul Ansiklopedisi (yayımlayan: Reşat Ekrem Koçu) başta olmak üzere Türk Ansiklopedisi (İnönü), İslâm Ansiklopedisi (Millî Eğitim Bakanlığı), Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde yayımlanmış çok sayıda maddesi mevcuttur.

Eyice’nin çalışmalarının büyük bir çoğunluğu ömrünü adadığı İstanbul ve İstanbul tarihi üzerine yoğunlaşmış olmakla birlikte üzerinde önemle durduğu esas konu, çeşitli sebeplerle yok edilmiş tarihî eserlerdir. Bizans dönemine ait sanat eserlerini ortaya çıkartmaya çalışırken bir yandan da Osmanlı’nın bu topraklara sanat adına, idealleri adına attığı her imzaya sahip çıkmış ve onları yok olmaktan kurtarmaya, ortadan kaldırılmasına engel olamadığı eserlerin ise kayıtlarını tutturmaya çalışmıştır. Yanlış şehircilik anlayışıyla birlikte şehrin kaybolan kimliğinin yeniden ortaya çıkarılması ve tarihe, kültüre tanıklık eden çok değerli mimari eserlerin diriltilip yeni nesillere aktarılması, tanıtılması adına mücadele vermiştir. Türk ve Osmanlı mimarisi ve tarihi; kaybolan tarihî eserler hakkında araştırmalar; Türkiye’ye gelmiş yabancı seyyahların eserlerindeki bilgilerle ressamların eserlerinde tarihî belge olarak neşredilmiş resimler; İstanbul ve Türk medeniyetine hizmet etmiş kişilerin yaptığı araştırmalar ve Türk sanat tarihi literatürü üzerine incelemeler ve Türkiye’deki Ceneviz izleri hakkında yaptığı çalışmalar Türk sanat tarihi alanında ülkemizde hissedilen boşluğun kapatılmasında büyük katkı sağlamıştır.

Eyice, Enez’de, içinde bir Bizans kitabesi olan kuyuyu incelerken

Eyice’nin, Bizans sanatıyla ilgili ilk makalesi İznik’e dair olup 1949 yılında, daha geniş bir çalışması ise 1988’de İznik Tarihçesi ve Eski Eserleri adıyla yayımlanmıştır. Üretken bir ilim adamı olarak ardında oldukça zengin kaynak eserler bırakan hocamızın, mevcudu 1600’ü bulan makale, ansiklopedi maddesi, kitap, kitap tanıtımı, konferans-kongre ve sempozyum bildirileri ve araştırma raporları gibi çalışmalarının arasından başlıca kitaplarını şöylece zikretmek mümkündür: Istanbul Petit guide à travers les monuments byzantins et turcs (1955, İstanbul’daki Bizans ve Türk eserlerine dair Fransızca olarak yayımlanan ilk kitabıdır), Son Devir Bizans Mimarisi (1963, 1980), Küçük Amasra Tarihi ve Eski Eserleri Kılavuzu (1965), Galata ve Kulesi (Türkçe-İngilizce, 1969), Bizans Devrinde Boğaziçi (1976, 2007, 2017). Uzun yıllar müsvedde halinde yayımlanmayı bekleyen, fetihten sonra İstanbul’a gelmiş seyyahlara dair çalışması Yabancıların Gözüyle Bizans İstanbul’u (2017), Mimar Sinan’ın Gurbette Kiliseye Çevrilen Eseri Bosnalı Sofu Mehmed Paşa Camii (2017) ile Bir Zamanlar Kâğıthane (2018) başlıklı kitabı son yayınları olmuştur.

Prof.Dr. Semavi Eyice İSAM’daki (İslam Araştırmaları Merkezi) odasında 

TDV İslâm Ansiklopedisi’ne Katkıları ve Çalışma Kültürü
Hoca’nın İslam Araştırmaları Merkezi’yle (İSAM) irtibatı, Prof.Dr. Hakkı Dursun Yıldız’ın ferasetiyle “Sana ihtiyaç var sensiz olmaz Semavi” demesi ve  Dr. Tayyar Altıkulaç’ın özel daveti üzerine ansiklopedinin kuruluşundan itibaren başlar. Bu kesişme kurum adına büyük bir kazanç olmuştur. Eyice, ansiklopedinin ilim ve inceleme kurulu üyelikleri ile birlikte, aynı zamanda müellif ve redaktörü olarak da hizmet vermiş, İslam Sanatları/Mimari ilim dalının hazırlayacağı madde listesinin hazırlık aşamasında alandan iki hocanın da yardımıyla zengin, neredeyse eksiksiz bir liste oluşturmuştur. TDV İslâm Ansiklopedisi’nin mimari ilim dalındaki maddelerin 440 tanesi Semavi Eyice’nin imzasıyla olup, Eyice ansiklopedinin en çok madde yazan yazarı olma unvanına sahiptir.

Eyice’nin TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 46 cildinin 37 cildinde maddesi yer almıştır. Oldukça geniş konu yelpazesinde kaleme aldığı maddeler; mimari yapılar, bunların tipleri ve üslûplarının yanı sıra, mimari ile ilgili süreli yayınlar, İstanbul’un tarihî semtleri, yurt içindeki tarihî şehir ve kasabalar en önemli grupları oluşturur. Yine sözü edilmesi gereken bir başka grup sanat tarihçileri, eski eser uzmanları, mimarlar, Doğu bilimciler, Türkologlar ve seyyahlara ait biyografilerdir. Cami, hamam, çeşme, kale, bedesten, ayazma gibi temel yapı gruplarını, kökenlerini irdelemek şartıyla zengin örnekler vermek ve karşılaştırmalar yaparak okuyucuya sunması, çözümlemesi tam olarak yapılmamış konularda kişisel kanaatlerini muhakkak belirterek, deyim yerindeyse konuya son noktayı koyması onun en büyük özelliğini oluşturmaktadır.

Maddeler hocanın engin literatür bilgisi, analitik zekâsı ve ilmî donanımı ile bezenmiştir. Mesela imzasını taşıyan Haydarpaşa maddesinde ilginç bir bilgiyi okuruz. Adile Sultan’ın Haydarpaşa Çayırı’nda yapılan düğününde o sırada İstanbul’da bulunan İtalyan bir baloncunun gösteri mahiyetli uçurduğu balon gözden kaybolmuş ve bir daha o İtalyan’dan haber alınamamıştır.

Eyice’nin sade, akıcı ve anlaşılır üslûbu ve Türkçe’ye hâkimiyeti gözden kaçmaz. Kendisi, maddelerinin kısa ve öz, objektif bakış açısıyla yazılmasına, kaynakçası sağlam ve görsel destekli olmasına, kısacası sistematik kurallara uygun hazırlanmasına âzami dikkat ederdi. Elindeki arşiv özelliğine sahip belge ve görsel malzemeyi ansiklopedimizde okurlarıyla ve ilim âlemiyle paylaşmayı her zaman görev saymıştır. Eyice imzasını taşıyan maddelerin ilmî ve teknik redaksiyon ile bibliyografya basamaklarında neredeyse hiçbir müdahaleye gerek duyulmadan, kısa süre zarfında yayımlanabilecek safhaya gelmesi onun bu konudaki yeteneğinin bir göstergesi olmuştur.

Hocamız, sahasına (Bizantolog-sanat tarihçisi) vukufunun verdiği güvenle yazdıklarına müdahale edilmemesi konusunda oldukça hassas davranırdı. Mesela otorite kabul edildiği ve âşık olduğu “İstanbul” şehrinin mimarisiyle ilgili kendisine sipariş edilen maddeyi yazıp İSAM yönetimine teslim ettiğinde, malum ansiklopedi formatı sebebiyle, A4 ebadında yazdığı 100 küsur sayfanın 70 küsur sayfaya indirilmesini kabullenemediği için o kadar büyük emekle ve şevkle yazdığı bu hacimli makaleye, “Madem bu kadar müdahale ettiniz ve kısalttınız, öyleyse bu maddeye benim adımı koymayın!” demiştir. Sonunda madde “DİA” imzası ile çıkmıştır.

“Eyice Hocam” ile İlk Karşılaşmam*
Semavi Hoca’yla ilk tanışmam, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’ne başladığım 1990-1991 yıllarına rastlar. O zamanlar üçüncü sınıfta aldığımız “Anadolu Bizansı” başlıklı bir dersimiz vardı. Bu dersin konuları -ilgili tarihî yapılar- ikinci sınıfın son döneminde bir liste halinde Sanat Tarihi Bölümü’nde dersin hocasının kapısına asılırdı. Her öğrenci istediği bölgeyi veya yapıyı seçer, hocasına kaydettirir ve bir seminer halinde sunmak üzere çalışmalarına başlardı. Ben de çalışmak istediğim konu olarak İzmir Kemalpaşa’daki bir saray kalıntısı olan Laskarisler Sarayı’nı belirlemiştim. Bu saray hakkındaki kaynak araştırmalarında karşıma çıkan ilk kaynak Semavi Eyice Hoca’nın TTK Belleten’inde yayımlanmış, “İzmir Yakınındaki Kemalpaşa’da (Nif) Laskarisler Sarayı” makalesiydi. Bu makalede bazı detay bilgileri Semavi Hoca’ya sormam gerekiyordu. Ancak hocaya soru sormak o kadar da kolay bir iş değildi. Hocanın sert mizaçlı, çabuk öfkelenen bir kişi olarak öğrenciler arasında yaygın bir şöhreti vardı. Daha öncesinde de ders dışında birebir hiç irtibatımız olmamıştı.

Bir gün bütün cesaretimi toplayıp hocayı bir ders çıkışında odasına kadar takip ettim. İçeri girmeden “Hocam” diyerek söze başladım ve kendimi tanıttım. Ders konusu olarak seçtiğim eser hakkındaki makalesinde takıldığım hususları sormak istediğimi, söyledim. Sakince beni dinledikten sonra, “Dersi kimden alıyorsun?” dedi. Ben de hocanın ismini söyledim. Sert bir tavırla, “O zaman git dersinin hocasına sor” dedi. Bu olumsuz cevap karşısında dona kalmış ve ne diyeceğimi bilememiş, sesimi çıkaramamıştım. Bu sırada hoca -o sert mizacının altındaki yıllar içinde tanık olduğum merhameti ile- yine dayanamayıp bana bakmam gereken bir iki kaynak daha söyledi. Teşekkür edip yanından hızlıca ayrıldım. Hoca ile ilk konuşmam, yüz yüze gelmem böyle oldu.

Hoca derslerinde hiçbir zaman yazılı bir metin okumamıştır. Elindeki dayanak, üzerinde sadece isimler, tarihler, yerler ve konu hakkındaki kaynakları içeren fişlerdir. Dersi her anlatışında bu fişlere yeni bilgiler işler, ders veya konferansın niteliğine göre bazılarını elimine eder veya yenilerini eklerdi. Zaman zaman dağılan dikkatleri toparlamak için Semavi Hoca dersi ayakta, çok defa dolaşarak anlatır, dikkatleri uyanık tutardı. Bahsi geçen kişilerin özel hayatları hakkında anlattığı anekdotlar, dersin konusu unutulsa bile akıllarda kalırdı. Bu arada, konunun geçtiği yörenin dünkü ve bugünkü durumunu karşılaştıran, eserin eski durumunu gösteren ilginç fotoğraflarla konunun en iyi şekilde anlaşılmasını sağlardı.

Son sınıfa geçtiğimizde bir gün hocamızın fakültedeki asistanı Münevver Hanım (Dervişbey) beni çağırdı.  “Mezun olunca ne yapmak istiyorsun?” dedi ve ardından “Mezun olunca gel beni bul” deyiverdi. Ne olduğunu, niçin böyle dediğini hiçbir şekilde anlayamadığım gibi, soramadım ve “Peki” demekle yetindim.

Son sınıfı bitirip bütün sınavları da başarıyla tamamlayınca Münevver Hanım’la görüşmeye gittim. O da Semavi Hoca’nın Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde bir asistana ihtiyacı olduğunu ve eğer kendisiyle çalışmak istersem hemen gidip kurumun başkanıyla görüşmem gerektiğini söyledi. Bu teklif karşısında ne diyeceğimi bilememiş, âdeta şok olmuştum. Hocanın kendisinden böyle bir teklifin gelmesinin şaşkınlığı içinde iken, aynı zamanda da büyük bir onur duymuştum. Hocanın titizliği malumdu.  Çalışmaları sırasında kendisine yeterli olamama endişesinin bende yarattığı etkiyi çok kısa sürede atlatarak görüşmeyi kabul ettim. Mezun oldum ve İSAM’a, o yıllarda kurumun başkanlığını yürüten Dr. Tayyar Altıkulaç Hoca ile görüşmeye gittim. Fakülteden yeni mezun olmuş, henüz hiçbir tecrübesi olmayan bir “sanat tarihçisi” olarak ilk iş teklifimi, dünyanın kabul ettiği bir ilim adamından almıştım. Bu durum benim için çok onurlu ve mutluluk vericiydi.

Yaz tatilimi geçirdikten sonra teklif edilen işe başlayacaktım. Tayyar Hoca’nın da bu isteğimi makul görmesiyle tatil öncesi Semavi Hoca ile bir görüşme yaptık. Çok heyecanlıydım. Bir cuma günü, Semavi Hocam’ın İSAM’ın ilk binasında (günümüzde Bağlarbaşı’ndaki Ganache Pastahanesi) en üst kattaki odasına gittim. “Ben geldim hocam” dedim. “Hoş geldin” dedi. Hemen masasının karşısındaki koltuğa oturdum. Bu arada kendisi işe alınmamla ilgili süreçteki olup bitenlerden de haberdardı. Odasına vardığımda bir makalesini kaleme alıyordu, çalışmasını tamamlamasını bekledim. Yazısını tamamlayıp dolma kaleminin kapağını kapatıp masasına bırakınca konuşma zamanımın geldiğini hissederek kendisine Eylül ayında işe başlamak istediğimi söyledim. Hoca ki hiçbir ânı yoktur ki okumadan, araştırmadan boş geçirsin. Bana da hemen ilk görevimi verdi. Edebiyat Fakültesi Kitaplığı’ndaki Arkitekt dergilerini tarayarak Türk, Osmanlı, Roma ve Bizans sanatlarıyla ilgili bütün çalışmaları kaydedip kartotek halinde hazırlamamı istedi. Yaz boyu kütüphanede çalışarak hocamın verdiği görevi de tamamlayıp Eylül ayında kendisiyle yirmi dört yılımı birebir çalışarak geçirdiğim yolculuğuma başlamış oldum. Çok yıllar sonra hocama bir sohbetimiz sırasında fakültedeki ilk karşılaşmamızı anlattığımda hafif bir tebessümle “Eyvahlar olsun, öyle mi yapmışım!” diyerek gülüşmüştük.

Çalışmaktan Yorulmayan, İlme Âşık Bir İnsan Modeli
İSAM kuruluşundan itibaren ilim ve araştırmaya destek verme anlayışını temel bir görev olarak benimsemiş, bu anlayıştan hareketle ansiklopedinin temelleri atılırken alanının uzmanı, otorite olmuş isimleri aynı çatı altında toplamayı başarmıştır. Bunun için de ihtiyaç duyulan alanlarda istisnai hizmetler sunulmuştur. Benim Semavi Hoca’ya asistan olarak alınmam ve kendisine sunulan ulaşım hizmeti de bunlardandır. Semavi Hoca kuruma geleceği günlerde sabahları kurumun şoförü tarafından evinden alınır, kurumdaki işi bittikten sonra da evine götürülürdü.

Hocamın geldiği günlerde onu kapıda karşılar, çantası varsa elindeki diğer dokümanları alarak beraber ofisimize giderdik. Önce kısa bir hasbihal ile “Vakıfta ne var ne yok?” der, sohbetimiz böylece başlar, ben kendisini bilgilendirir, o da hafta içinde gittiği, görüştüğü işleri anlatırdı. Sonrasında hiç vakit kaybetmeden evvelinde benden yapmamı istediği notları, işleri gözden geçirip, çalışma takvimimizde öncelikli olan maddelerin hazırlıklarını yapma sürecine geçerdik. Çalışmamız sırasında kendisiyle görüşmeye, soru sormaya gelenleri asla çevirmez, konuyla ilgili bilgileri tüm cömertliği ile paylaşırdı. Hocamız çalışma gününü cuma olarak belirlemişti. Yoğun süreçlerde haftada iki gün; genelde salı veya çarşamba ve muhakkak cuma günleri de gelirdi. O gün tamamen hoca ile beraber işlerimizi programlar, yemek dışında hiç boş ânımız veya molamız olmazdı.

Hoca yazacağı maddelerin sırasını, dışardan gelen talepler doğrultusunda veya kendi programındaki işlere göre belirlerdi. Öncelikli olanlar için benden araştırmamı istediği kaynakları söyler, çıktılarını almamı ve her eseri, ilgili konunun sayfası ile dikdörtgen kesilmiş kağıtlara fişlememi isterdi. Hatta bazan gece vakti bir husus aklına gelir, ev telefonumuzdan arar, yapmamı istediği işleri veya soracakları varsa onların cevabını isterdi. Ama bu aramalarındaki inceliği de dile getirmek isterim. Hocam, aileme ve bana olan nezaketinden eğer saat geç olmuşsa önce eşi Kamuran hanıma aratır, telefonda benim sesimi duyduktan sonra kendisi devreye girerdi.

Edindiği araştırma disiplini ve metodolojisi ile yayınlarında hiçbir kaynağın gözden kaçırılmamasını, görülüp incelenmesini ilke edinmişti. Bir sonraki gelişinde istedikleri ile alanda yaptığım araştırma ile bulduğum yeni kaynakları tek tek hocaya okur, sonra kısa bir süre sessizlik ile Hoca, zihninde tüm okuduğum bilgileri harmanlar, “Haydi başlayalım, hazır mısın?” der ve sanki metni bir yerden okurmuşçasına, dikte ettirirdi. Bu metodu, bilgisayar hayatımızda olsa dahi, Hoca’nın isteği ve hassasiyeti üzerine bizzat masasının başında A4 kağıtlara yazarak sürdürmeye devam ettik. Yazı bitince baştan sona okur, eğer yapmak istediği bir düzeltme veya ilave varsa onu yapar, bir sonraki gelişinde eğer konuya dair yeni bulgular vs. varsa onları da yine bir kâğıda yazar, elle yazılmış metinde ilgili yere iğne ile işaretlerdim. Bir sonraki gelişine kadarki süreçte onu daktilo eder, geldiğinde tekrar okur, son haline kanaat getirmişsek yazıyı ilgili yere teslim ederdim.

Semavi Hoca engin bilgisi sebebiyle neredeyse bilmediği bir hususa rastlanmayan, sohbeti dinlenir biriydi. Ola ki bilmediği bir durum olsun “Bilmiyorum” demekten de asla çekinmezdi. Hayatımda, “Yaptığı işin en iyisi olmak nedir”, “Nasıl iyi iş yapılır” sorularına cevap “Gerçek ilim adamı budur”u dedirten çok canlı bir örnek olmuştur.

Yıllar içinde gelişen güven ve sadakat ile birlikte tüm akademik, ilmî vasıflarının ötesinde; öğrencilik yıllarında ve iş hayatında dahi, kolay kolay herkesin yanına yaklaşamayacak derecede sert mizaçlı olduğunu bildiğimiz Eyice Hoca, doğru bildiğini söylemekten sakınmayan, değerlerinden ödün vermeyen, milliyetçi, dürüst, asla yalan söylemeyen, her daim saygılı, kibir ve kıskançlık duygularından uzak, sadece ilmini konuşturan bir insan olarak tanımaktan onur duyduğum ender bir şahsiyet olmuştur.

Son Yılları ve İstanbul’a Vedası
Doksan altı yıllık hayatının yaklaşık son yirmi yıla yakın zamanı gözlerindeki rahatsızlık -kendisinin ifadesiyle bir profesörün uyguladığı yanlış lazer tedavisi- sebebiyle artık kitap okuyamaz, yazı yazamaz hale gelmişti. En büyük üzüntüsü de çok sevdiği ve ömrünü adadığı şehri, İstanbul’u ve eski eserleri artık görememesiydi. Engin kitap bilgisine sahip Semavi Hoca, çocuk yaşta başlayan kitap merakıyla, yayınları hayatının son anına kadar takip etmeye gayret etmişse de okuyamaması kendisine büyük sıkıntı vermişti. Çoğu uzmanlık alanıyla ilgili olan bir kütüphane hacmindeki özel kitaplığından daha önemli olanı, kendisinin bizâtihi bir “ayaklı kütüphane” olmasıdır. Tarihî İstanbul’u çocuk yaşlardan itibaren fotoğraflayan, gözlemlerini ayrıntılarına kadar belleğine kaydeden ve güçlü hâfızasında sürekli taze tutabilmiş bir kişi olarak İstanbul’la ilgili yayınları, bu konuda çalışma yapan araştırmacılar için birincil kaynak niteliği taşır.  Eyice Hoca hâfızasındaki kazanımlarını vefatına kadar yazmaya/yazdırmaya, bilgisine danışan herkese anlatmaya devam etmiştir.

Hocanın altmış iki yıllık hayat arkadaşı Kamuran Hanım’ın 2016 Mayıs’ında vefatından sonra daha fazla baş gösteren sağlık sorunları zaman zaman onu yatağa düşürmüşse de son ana kadar gür sesiyle konuşmaya devam etmesi, yapmak istediği projeleri heyecanla anlatması, etrafındakileri âdeta “hiç ölmeyeceğine” inandırmış gibiydi. Takdîr-i ilâhînin bir tecellisi olarak 28 Mayıs 2018 Pazartesi günü vefat etti ve Fatih Camii hazîresine defnedildi.

Semavi Hoca İstanbul’u süsleyen, İstanbul’u “İstanbul” yapan sanat eserlerini ortaya çıkarmaya çalışan, savunan ve hatta onların yaşatılması için tek başına mücadele eden “tek kişilik bir ordu” gibiydi. O “milletin hâfızası” olarak eserlere sahip çıkmasıyla, yetiştirdiği öğrencileri, yazdığı kitapları ve makaleleri ile unutulmayacak, sanat tarihi sahasındaki hizmetleriyle dönemine damga vurmuş bir ilim adamı olması yanında, TDV İslâm Ansiklopedisi’ne de yaptığı değerli katkılarıyla, yaşarken olduğu gibi bundan sonra da hayırla ve kadirbilirlikle anılacaktır. Cenâb-ı Allah rahmetiyle muamele buyursun, mekânı cennet olsun.

Semavi Eyice’nin hayatı, İstanbul’un dar sokaklarında, Türkiye’nin dağlarında, bayırlarında, tarihî dokuların arasında geçen bir yolculuktu. Her köşe başında, her taşta bir hikâye bulan bu büyük sanat tarihçisi, geçmişin gölgelerini geleceğe taşımayı bir görev bildi. Eyice Hoca’nın ardından bıraktığı miras, sadece akademik dünyada değil, bu kentin ruhunda da yaşamaya devam edecek. Tıpkı eski bir İstanbul sokağında yürürken karşılaşılan beklenmedik bir güzellik gibi, onun izleri de her zaman karşımıza çıkacak.

* “Eyice Hocam” ile İlk Karşılaşmam bölümü; “İstanbul’a ve Sanat Tarihine Adanmış Bir Ömür: Semavi Eyice (1922-2018)”, MUTAD Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, VI/2 (2019), s. 336-337’da yayımlanmıştır.

Not: Bu satırların müellifi tarafından hazırlanan Semavi Eyice’nin makaleleri külliyatı Türk Tarih Kurumu’nca yayınlanmıştır. Külliyatın ilk cildi Prof.Dr. Semavi Eyice Külliyatı I -Türk Tarih Kurumunda Yayımlanmış Çalışmaları- adıyla 2015 yılında; serinin üç kitaptan oluşan 2. cildi ise e-Kitap olarak Prof.Dr. Semavi Eyice Külliyatı II -Üniversite Yayınları ile Muhtelif Dergilerdeki Çalışmalar-ı başlığıyla 2023 Aralık ayında okuyucuların istifadesine sunulmuştur. https://www.ttk.gov.tr/ttk-e-kitap/

 

    Türkiye’nin ilk Bizans sanat tarihçisi Semavi Eyice, 9 Aralık 1922 tarihinde İstanbul’un Kadıköy semtinde, kışın keskin soğuklarının hüküm sürdüğü bir vakitte dünyaya gelir. Meşhur Haydarpaşa Çayırı Yangını sırasında Kadıköy’deki evleri harabeye döndüğünden, doğumuna kısa bir süre kala ailesi Selimiye’deki bir akraba evine taşınmak zorunda kalır. Bu sebeple Eyice hayata gözlerini Selimiye’deki akraba evinde açar. Zamanla evlerinin tamir ve bakımı tamamlanınca aile, yeniden Kadıköy’deki evlerine döner ve eski yuvalarına kavuşurlar.

    Babası Amasra’nın köklü ailelerinden Eyiceoğulları’na mensup, deniz kuvvetlerinden emekli Mehmet Kâmil Bey, annesi yine Amasralı Hacı İbrahim Kaptan’ın kızı Hatice Hanım’dır. Eyiceler’in İstanbul serüveni, babası tarafından dedesi Mustafa Efendi’nin 1890’lı yıllarda İstanbul’a yerleşme kararıyla başlamıştır. İlköğrenimine önce Kadıköy Saint Louis’de başlar, dönemin şartları gereği okul kapatılınca abisinin okuduğu Saint Joseph Fransız okuluna geçer. Onun da kapatılmasının ardından ilkokulunu Osmangazi İlkokulu’nda tamamlar. Küçük yaşlarda sanat tarihine olan ilgisiyle hafta sonlarını İstanbul’un tarihî sokaklarında gezip, eski eserlerin fotoğraflarını çekerek ve notlar alarak geçirir. Bu ilgisi zamanla tutkuya dönüşen Eyice, orta ve lise eğitimini Galatasaray Lisesi’nde (1943) tamamladıktan sonra aynı yıl Türkiye’de ihmal edilmiş bir alan olan arkeoloji ve sanat tarihi eğitimi almak üzere kendi kararıyla uzun formaliteler sonucu Ankara’dan alınan izinle II. Dünya Savaşı’nın en sıkıntılı yıllarında Sirkeci Garı’ndan bindiği trenle Almanya’ya gider. Kendisine o yılları sorduğumuzda, savaşın acımasız gölgesinde, bombaların ve enkazın ortasında okumaya ve hayatta kalmaya çalışan o genç adamı, sanki uzak bir rüyayı anlatır gibi soğukkanlılıkla anlatırdı. 1944’te Viyana ve 1944-45 yıllarında Berlin üniversitelerinde öğrenim gördü. Bu yıllarda, sanat tarihinin önemli isimleriyle tanıştı.

    Akademik Kariyeri ve Öncü Çalışmaları
    1945 yılında yurda dönerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde devam eden Eyice, 1948’de Sanat Tarihi Kürsüsü’nde Türk-İslam sanatı dersi veren Prof. Ernst Diez’in danışmanlığında hazırladığı İstanbul Minareleri adlı lisans teziyle mezun oldu ve aynı yıl Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistanlığa atandı. 1951 yılında Bizans sanatı tarihi dersleri vermek üzere İstanbul’a gelen, Berlin Üniversitesi’nden de hocası olan Prof. Ph. Schweinfurth’un asistanlığını yaparak derslerini Türkçe’ye çevirdi. Bu süreçte aynı zamanda Edebiyat Fakültesi İslam sanatı derslerini veren Prof. K. Erdmann ile Prof. A. Gabriel’in her yıl fakültede verdiği konferans-derslerini de Türkçe’ye tercüme etti; yaz aylarında da Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaptığı incelemelerle çalışmalarını devam ettirdi.

    Ârif Müfit Mansel’in başkanlığında yapılan Side arkeolojik kazılarına katılarak 1952 yılında Side’nin Bizans Dönemine Ait Yapıları hakkındaki tezi ile doktor, İstanbul’da Son Devir Bizans Mimarisi başlıklı çalışmasıyla doçent (1955) unvanını aldı. 1954 yılında eşi Kamuran Yalgın ile evlendi. 1963’te Edebiyat Fakültesi’nde kurulan Bizans Sanatı Kürsüsü’nün başına getirilerek 1982’de kürsü kapatılıncaya kadar Türkiye’deki Bizans sanatı çalışmalarına öncülük etti. 1961-62 yıllarında Türk Trakyası’nda yaptığı araştırmalar ve incelemeler ile buradaki Bizans dönemine ait eserleri ilk defa etraflı olarak ilim âlemine tanıttı.

    1964’te İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimaî Bir Müessesesi: Zâviyeler başlıklı teziyle profesörlüğe yükselen Semavi Eyice, 1990 yılında emekli oldu. Emekliliğine kadar İstanbul Üniversitesi’ndeki öğretim faaliyetinin dışında Bizans sanatı hakkında yurt içinde ve yurt dışındaki çeşitli üniversitelerde misafir öğretim üyesi olarak dersler veren Eyice Hoca, emekli olduktan sonra da lisans ve yüksek lisans dersleri vermeye devam etti.

    Semavi Eyice, uzun yıllar Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, Türk Tarih Kurumu, 1966-72 yıllarında üç dönem İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yönetim Kurulu ve 1972-74’te İstanbul Üniversitesi Senatosu üyeliklerinde bulundu. Türk Tıp Tarihi Enstitüsü ve Atatürk Kültür Merkezi şeref üyeliği ile birlikte Alman Arkeoloji Kurumu ve Belçika Krallık Akademisi’nin aslî üyesi de olan Eyice, aynı zamanda Fransız hükümetinin Légion d’Honneur madalyası sahibidir. Ayrıca Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA, 1997), Atatürk Kültür Merkezi Hizmet ödülü (2009), Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük ödülü (2011), ESKADER (2012) ile Yüzyılın İslâm Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet ödülüne (Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı, 2014) layık görüldü.

    Eyice bir araştırma gezisinde

    Kültürel Mirasın Tanıtılmasında “Tek Kişilik Ordu”
    İstanbul’un tarihini ortaya çıkartmak için çocukluğundan itibaren sokak sokak, cadde cadde, semt semt dolaşıp, aldığı notlarla şehri hem fizikî hem de tarihî kimliği ile tanıma gayreti ve heyecanı ile kendini ve sanat tarihi alanını sürekli geliştiren Eyice, Türkiye’deki Bizans eserlerinin bir arşivinin meydana getirilmesi için çalıştı. Bir taraftan da Bizans sanatı tarihi konusunda yerli ve yabancı dergilerde makaleler yayımladı, uluslararası kongrelerde bildiriler sundu, konferanslar verdi. Yurt içinde, başta Türk Tarih Kurumu’nun Belleten’i olmak üzere, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Tarih Enstitüsü Dergisi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Anadolu Araştırmaları, Şarkiyat Mecmuası, Türkiyat Mecmuası, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, Sanat Tarihi Yıllığı, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi’nde yayımladığı makaleleri dikkat çekicidir. Semavi Eyice’nin üniversite öğrencisi olduğu yıllarda İstanbul’un Bizans eserlerine dair kaleme aldığı ilk yazısının yer aldığı İstanbul Ansiklopedisi (yayımlayan: Reşat Ekrem Koçu) başta olmak üzere Türk Ansiklopedisi (İnönü), İslâm Ansiklopedisi (Millî Eğitim Bakanlığı), Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde yayımlanmış çok sayıda maddesi mevcuttur.

    Eyice’nin çalışmalarının büyük bir çoğunluğu ömrünü adadığı İstanbul ve İstanbul tarihi üzerine yoğunlaşmış olmakla birlikte üzerinde önemle durduğu esas konu, çeşitli sebeplerle yok edilmiş tarihî eserlerdir. Bizans dönemine ait sanat eserlerini ortaya çıkartmaya çalışırken bir yandan da Osmanlı’nın bu topraklara sanat adına, idealleri adına attığı her imzaya sahip çıkmış ve onları yok olmaktan kurtarmaya, ortadan kaldırılmasına engel olamadığı eserlerin ise kayıtlarını tutturmaya çalışmıştır. Yanlış şehircilik anlayışıyla birlikte şehrin kaybolan kimliğinin yeniden ortaya çıkarılması ve tarihe, kültüre tanıklık eden çok değerli mimari eserlerin diriltilip yeni nesillere aktarılması, tanıtılması adına mücadele vermiştir. Türk ve Osmanlı mimarisi ve tarihi; kaybolan tarihî eserler hakkında araştırmalar; Türkiye’ye gelmiş yabancı seyyahların eserlerindeki bilgilerle ressamların eserlerinde tarihî belge olarak neşredilmiş resimler; İstanbul ve Türk medeniyetine hizmet etmiş kişilerin yaptığı araştırmalar ve Türk sanat tarihi literatürü üzerine incelemeler ve Türkiye’deki Ceneviz izleri hakkında yaptığı çalışmalar Türk sanat tarihi alanında ülkemizde hissedilen boşluğun kapatılmasında büyük katkı sağlamıştır.

    Eyice, Enez’de, içinde bir Bizans kitabesi olan kuyuyu incelerken

    Eyice’nin, Bizans sanatıyla ilgili ilk makalesi İznik’e dair olup 1949 yılında, daha geniş bir çalışması ise 1988’de İznik Tarihçesi ve Eski Eserleri adıyla yayımlanmıştır. Üretken bir ilim adamı olarak ardında oldukça zengin kaynak eserler bırakan hocamızın, mevcudu 1600’ü bulan makale, ansiklopedi maddesi, kitap, kitap tanıtımı, konferans-kongre ve sempozyum bildirileri ve araştırma raporları gibi çalışmalarının arasından başlıca kitaplarını şöylece zikretmek mümkündür: Istanbul Petit guide à travers les monuments byzantins et turcs (1955, İstanbul’daki Bizans ve Türk eserlerine dair Fransızca olarak yayımlanan ilk kitabıdır), Son Devir Bizans Mimarisi (1963, 1980), Küçük Amasra Tarihi ve Eski Eserleri Kılavuzu (1965), Galata ve Kulesi (Türkçe-İngilizce, 1969), Bizans Devrinde Boğaziçi (1976, 2007, 2017). Uzun yıllar müsvedde halinde yayımlanmayı bekleyen, fetihten sonra İstanbul’a gelmiş seyyahlara dair çalışması Yabancıların Gözüyle Bizans İstanbul’u (2017), Mimar Sinan’ın Gurbette Kiliseye Çevrilen Eseri Bosnalı Sofu Mehmed Paşa Camii (2017) ile Bir Zamanlar Kâğıthane (2018) başlıklı kitabı son yayınları olmuştur.

    Prof.Dr. Semavi Eyice İSAM’daki (İslam Araştırmaları Merkezi) odasında 

    TDV İslâm Ansiklopedisi’ne Katkıları ve Çalışma Kültürü
    Hoca’nın İslam Araştırmaları Merkezi’yle (İSAM) irtibatı, Prof.Dr. Hakkı Dursun Yıldız’ın ferasetiyle “Sana ihtiyaç var sensiz olmaz Semavi” demesi ve  Dr. Tayyar Altıkulaç’ın özel daveti üzerine ansiklopedinin kuruluşundan itibaren başlar. Bu kesişme kurum adına büyük bir kazanç olmuştur. Eyice, ansiklopedinin ilim ve inceleme kurulu üyelikleri ile birlikte, aynı zamanda müellif ve redaktörü olarak da hizmet vermiş, İslam Sanatları/Mimari ilim dalının hazırlayacağı madde listesinin hazırlık aşamasında alandan iki hocanın da yardımıyla zengin, neredeyse eksiksiz bir liste oluşturmuştur. TDV İslâm Ansiklopedisi’nin mimari ilim dalındaki maddelerin 440 tanesi Semavi Eyice’nin imzasıyla olup, Eyice ansiklopedinin en çok madde yazan yazarı olma unvanına sahiptir.

    Eyice’nin TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 46 cildinin 37 cildinde maddesi yer almıştır. Oldukça geniş konu yelpazesinde kaleme aldığı maddeler; mimari yapılar, bunların tipleri ve üslûplarının yanı sıra, mimari ile ilgili süreli yayınlar, İstanbul’un tarihî semtleri, yurt içindeki tarihî şehir ve kasabalar en önemli grupları oluşturur. Yine sözü edilmesi gereken bir başka grup sanat tarihçileri, eski eser uzmanları, mimarlar, Doğu bilimciler, Türkologlar ve seyyahlara ait biyografilerdir. Cami, hamam, çeşme, kale, bedesten, ayazma gibi temel yapı gruplarını, kökenlerini irdelemek şartıyla zengin örnekler vermek ve karşılaştırmalar yaparak okuyucuya sunması, çözümlemesi tam olarak yapılmamış konularda kişisel kanaatlerini muhakkak belirterek, deyim yerindeyse konuya son noktayı koyması onun en büyük özelliğini oluşturmaktadır.

    Maddeler hocanın engin literatür bilgisi, analitik zekâsı ve ilmî donanımı ile bezenmiştir. Mesela imzasını taşıyan Haydarpaşa maddesinde ilginç bir bilgiyi okuruz. Adile Sultan’ın Haydarpaşa Çayırı’nda yapılan düğününde o sırada İstanbul’da bulunan İtalyan bir baloncunun gösteri mahiyetli uçurduğu balon gözden kaybolmuş ve bir daha o İtalyan’dan haber alınamamıştır.

    Eyice’nin sade, akıcı ve anlaşılır üslûbu ve Türkçe’ye hâkimiyeti gözden kaçmaz. Kendisi, maddelerinin kısa ve öz, objektif bakış açısıyla yazılmasına, kaynakçası sağlam ve görsel destekli olmasına, kısacası sistematik kurallara uygun hazırlanmasına âzami dikkat ederdi. Elindeki arşiv özelliğine sahip belge ve görsel malzemeyi ansiklopedimizde okurlarıyla ve ilim âlemiyle paylaşmayı her zaman görev saymıştır. Eyice imzasını taşıyan maddelerin ilmî ve teknik redaksiyon ile bibliyografya basamaklarında neredeyse hiçbir müdahaleye gerek duyulmadan, kısa süre zarfında yayımlanabilecek safhaya gelmesi onun bu konudaki yeteneğinin bir göstergesi olmuştur.

    Hocamız, sahasına (Bizantolog-sanat tarihçisi) vukufunun verdiği güvenle yazdıklarına müdahale edilmemesi konusunda oldukça hassas davranırdı. Mesela otorite kabul edildiği ve âşık olduğu “İstanbul” şehrinin mimarisiyle ilgili kendisine sipariş edilen maddeyi yazıp İSAM yönetimine teslim ettiğinde, malum ansiklopedi formatı sebebiyle, A4 ebadında yazdığı 100 küsur sayfanın 70 küsur sayfaya indirilmesini kabullenemediği için o kadar büyük emekle ve şevkle yazdığı bu hacimli makaleye, “Madem bu kadar müdahale ettiniz ve kısalttınız, öyleyse bu maddeye benim adımı koymayın!” demiştir. Sonunda madde “DİA” imzası ile çıkmıştır.

    “Eyice Hocam” ile İlk Karşılaşmam*
    Semavi Hoca’yla ilk tanışmam, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’ne başladığım 1990-1991 yıllarına rastlar. O zamanlar üçüncü sınıfta aldığımız “Anadolu Bizansı” başlıklı bir dersimiz vardı. Bu dersin konuları -ilgili tarihî yapılar- ikinci sınıfın son döneminde bir liste halinde Sanat Tarihi Bölümü’nde dersin hocasının kapısına asılırdı. Her öğrenci istediği bölgeyi veya yapıyı seçer, hocasına kaydettirir ve bir seminer halinde sunmak üzere çalışmalarına başlardı. Ben de çalışmak istediğim konu olarak İzmir Kemalpaşa’daki bir saray kalıntısı olan Laskarisler Sarayı’nı belirlemiştim. Bu saray hakkındaki kaynak araştırmalarında karşıma çıkan ilk kaynak Semavi Eyice Hoca’nın TTK Belleten’inde yayımlanmış, “İzmir Yakınındaki Kemalpaşa’da (Nif) Laskarisler Sarayı” makalesiydi. Bu makalede bazı detay bilgileri Semavi Hoca’ya sormam gerekiyordu. Ancak hocaya soru sormak o kadar da kolay bir iş değildi. Hocanın sert mizaçlı, çabuk öfkelenen bir kişi olarak öğrenciler arasında yaygın bir şöhreti vardı. Daha öncesinde de ders dışında birebir hiç irtibatımız olmamıştı.

    Bir gün bütün cesaretimi toplayıp hocayı bir ders çıkışında odasına kadar takip ettim. İçeri girmeden “Hocam” diyerek söze başladım ve kendimi tanıttım. Ders konusu olarak seçtiğim eser hakkındaki makalesinde takıldığım hususları sormak istediğimi, söyledim. Sakince beni dinledikten sonra, “Dersi kimden alıyorsun?” dedi. Ben de hocanın ismini söyledim. Sert bir tavırla, “O zaman git dersinin hocasına sor” dedi. Bu olumsuz cevap karşısında dona kalmış ve ne diyeceğimi bilememiş, sesimi çıkaramamıştım. Bu sırada hoca -o sert mizacının altındaki yıllar içinde tanık olduğum merhameti ile- yine dayanamayıp bana bakmam gereken bir iki kaynak daha söyledi. Teşekkür edip yanından hızlıca ayrıldım. Hoca ile ilk konuşmam, yüz yüze gelmem böyle oldu.

    Hoca derslerinde hiçbir zaman yazılı bir metin okumamıştır. Elindeki dayanak, üzerinde sadece isimler, tarihler, yerler ve konu hakkındaki kaynakları içeren fişlerdir. Dersi her anlatışında bu fişlere yeni bilgiler işler, ders veya konferansın niteliğine göre bazılarını elimine eder veya yenilerini eklerdi. Zaman zaman dağılan dikkatleri toparlamak için Semavi Hoca dersi ayakta, çok defa dolaşarak anlatır, dikkatleri uyanık tutardı. Bahsi geçen kişilerin özel hayatları hakkında anlattığı anekdotlar, dersin konusu unutulsa bile akıllarda kalırdı. Bu arada, konunun geçtiği yörenin dünkü ve bugünkü durumunu karşılaştıran, eserin eski durumunu gösteren ilginç fotoğraflarla konunun en iyi şekilde anlaşılmasını sağlardı.

    Son sınıfa geçtiğimizde bir gün hocamızın fakültedeki asistanı Münevver Hanım (Dervişbey) beni çağırdı.  “Mezun olunca ne yapmak istiyorsun?” dedi ve ardından “Mezun olunca gel beni bul” deyiverdi. Ne olduğunu, niçin böyle dediğini hiçbir şekilde anlayamadığım gibi, soramadım ve “Peki” demekle yetindim.

    Son sınıfı bitirip bütün sınavları da başarıyla tamamlayınca Münevver Hanım’la görüşmeye gittim. O da Semavi Hoca’nın Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde bir asistana ihtiyacı olduğunu ve eğer kendisiyle çalışmak istersem hemen gidip kurumun başkanıyla görüşmem gerektiğini söyledi. Bu teklif karşısında ne diyeceğimi bilememiş, âdeta şok olmuştum. Hocanın kendisinden böyle bir teklifin gelmesinin şaşkınlığı içinde iken, aynı zamanda da büyük bir onur duymuştum. Hocanın titizliği malumdu.  Çalışmaları sırasında kendisine yeterli olamama endişesinin bende yarattığı etkiyi çok kısa sürede atlatarak görüşmeyi kabul ettim. Mezun oldum ve İSAM’a, o yıllarda kurumun başkanlığını yürüten Dr. Tayyar Altıkulaç Hoca ile görüşmeye gittim. Fakülteden yeni mezun olmuş, henüz hiçbir tecrübesi olmayan bir “sanat tarihçisi” olarak ilk iş teklifimi, dünyanın kabul ettiği bir ilim adamından almıştım. Bu durum benim için çok onurlu ve mutluluk vericiydi.

    Yaz tatilimi geçirdikten sonra teklif edilen işe başlayacaktım. Tayyar Hoca’nın da bu isteğimi makul görmesiyle tatil öncesi Semavi Hoca ile bir görüşme yaptık. Çok heyecanlıydım. Bir cuma günü, Semavi Hocam’ın İSAM’ın ilk binasında (günümüzde Bağlarbaşı’ndaki Ganache Pastahanesi) en üst kattaki odasına gittim. “Ben geldim hocam” dedim. “Hoş geldin” dedi. Hemen masasının karşısındaki koltuğa oturdum. Bu arada kendisi işe alınmamla ilgili süreçteki olup bitenlerden de haberdardı. Odasına vardığımda bir makalesini kaleme alıyordu, çalışmasını tamamlamasını bekledim. Yazısını tamamlayıp dolma kaleminin kapağını kapatıp masasına bırakınca konuşma zamanımın geldiğini hissederek kendisine Eylül ayında işe başlamak istediğimi söyledim. Hoca ki hiçbir ânı yoktur ki okumadan, araştırmadan boş geçirsin. Bana da hemen ilk görevimi verdi. Edebiyat Fakültesi Kitaplığı’ndaki Arkitekt dergilerini tarayarak Türk, Osmanlı, Roma ve Bizans sanatlarıyla ilgili bütün çalışmaları kaydedip kartotek halinde hazırlamamı istedi. Yaz boyu kütüphanede çalışarak hocamın verdiği görevi de tamamlayıp Eylül ayında kendisiyle yirmi dört yılımı birebir çalışarak geçirdiğim yolculuğuma başlamış oldum. Çok yıllar sonra hocama bir sohbetimiz sırasında fakültedeki ilk karşılaşmamızı anlattığımda hafif bir tebessümle “Eyvahlar olsun, öyle mi yapmışım!” diyerek gülüşmüştük.

    Çalışmaktan Yorulmayan, İlme Âşık Bir İnsan Modeli
    İSAM kuruluşundan itibaren ilim ve araştırmaya destek verme anlayışını temel bir görev olarak benimsemiş, bu anlayıştan hareketle ansiklopedinin temelleri atılırken alanının uzmanı, otorite olmuş isimleri aynı çatı altında toplamayı başarmıştır. Bunun için de ihtiyaç duyulan alanlarda istisnai hizmetler sunulmuştur. Benim Semavi Hoca’ya asistan olarak alınmam ve kendisine sunulan ulaşım hizmeti de bunlardandır. Semavi Hoca kuruma geleceği günlerde sabahları kurumun şoförü tarafından evinden alınır, kurumdaki işi bittikten sonra da evine götürülürdü.

    Hocamın geldiği günlerde onu kapıda karşılar, çantası varsa elindeki diğer dokümanları alarak beraber ofisimize giderdik. Önce kısa bir hasbihal ile “Vakıfta ne var ne yok?” der, sohbetimiz böylece başlar, ben kendisini bilgilendirir, o da hafta içinde gittiği, görüştüğü işleri anlatırdı. Sonrasında hiç vakit kaybetmeden evvelinde benden yapmamı istediği notları, işleri gözden geçirip, çalışma takvimimizde öncelikli olan maddelerin hazırlıklarını yapma sürecine geçerdik. Çalışmamız sırasında kendisiyle görüşmeye, soru sormaya gelenleri asla çevirmez, konuyla ilgili bilgileri tüm cömertliği ile paylaşırdı. Hocamız çalışma gününü cuma olarak belirlemişti. Yoğun süreçlerde haftada iki gün; genelde salı veya çarşamba ve muhakkak cuma günleri de gelirdi. O gün tamamen hoca ile beraber işlerimizi programlar, yemek dışında hiç boş ânımız veya molamız olmazdı.

    Hoca yazacağı maddelerin sırasını, dışardan gelen talepler doğrultusunda veya kendi programındaki işlere göre belirlerdi. Öncelikli olanlar için benden araştırmamı istediği kaynakları söyler, çıktılarını almamı ve her eseri, ilgili konunun sayfası ile dikdörtgen kesilmiş kağıtlara fişlememi isterdi. Hatta bazan gece vakti bir husus aklına gelir, ev telefonumuzdan arar, yapmamı istediği işleri veya soracakları varsa onların cevabını isterdi. Ama bu aramalarındaki inceliği de dile getirmek isterim. Hocam, aileme ve bana olan nezaketinden eğer saat geç olmuşsa önce eşi Kamuran hanıma aratır, telefonda benim sesimi duyduktan sonra kendisi devreye girerdi.

    Edindiği araştırma disiplini ve metodolojisi ile yayınlarında hiçbir kaynağın gözden kaçırılmamasını, görülüp incelenmesini ilke edinmişti. Bir sonraki gelişinde istedikleri ile alanda yaptığım araştırma ile bulduğum yeni kaynakları tek tek hocaya okur, sonra kısa bir süre sessizlik ile Hoca, zihninde tüm okuduğum bilgileri harmanlar, “Haydi başlayalım, hazır mısın?” der ve sanki metni bir yerden okurmuşçasına, dikte ettirirdi. Bu metodu, bilgisayar hayatımızda olsa dahi, Hoca’nın isteği ve hassasiyeti üzerine bizzat masasının başında A4 kağıtlara yazarak sürdürmeye devam ettik. Yazı bitince baştan sona okur, eğer yapmak istediği bir düzeltme veya ilave varsa onu yapar, bir sonraki gelişinde eğer konuya dair yeni bulgular vs. varsa onları da yine bir kâğıda yazar, elle yazılmış metinde ilgili yere iğne ile işaretlerdim. Bir sonraki gelişine kadarki süreçte onu daktilo eder, geldiğinde tekrar okur, son haline kanaat getirmişsek yazıyı ilgili yere teslim ederdim.

    Semavi Hoca engin bilgisi sebebiyle neredeyse bilmediği bir hususa rastlanmayan, sohbeti dinlenir biriydi. Ola ki bilmediği bir durum olsun “Bilmiyorum” demekten de asla çekinmezdi. Hayatımda, “Yaptığı işin en iyisi olmak nedir”, “Nasıl iyi iş yapılır” sorularına cevap “Gerçek ilim adamı budur”u dedirten çok canlı bir örnek olmuştur.

    Yıllar içinde gelişen güven ve sadakat ile birlikte tüm akademik, ilmî vasıflarının ötesinde; öğrencilik yıllarında ve iş hayatında dahi, kolay kolay herkesin yanına yaklaşamayacak derecede sert mizaçlı olduğunu bildiğimiz Eyice Hoca, doğru bildiğini söylemekten sakınmayan, değerlerinden ödün vermeyen, milliyetçi, dürüst, asla yalan söylemeyen, her daim saygılı, kibir ve kıskançlık duygularından uzak, sadece ilmini konuşturan bir insan olarak tanımaktan onur duyduğum ender bir şahsiyet olmuştur.

    Son Yılları ve İstanbul’a Vedası
    Doksan altı yıllık hayatının yaklaşık son yirmi yıla yakın zamanı gözlerindeki rahatsızlık -kendisinin ifadesiyle bir profesörün uyguladığı yanlış lazer tedavisi- sebebiyle artık kitap okuyamaz, yazı yazamaz hale gelmişti. En büyük üzüntüsü de çok sevdiği ve ömrünü adadığı şehri, İstanbul’u ve eski eserleri artık görememesiydi. Engin kitap bilgisine sahip Semavi Hoca, çocuk yaşta başlayan kitap merakıyla, yayınları hayatının son anına kadar takip etmeye gayret etmişse de okuyamaması kendisine büyük sıkıntı vermişti. Çoğu uzmanlık alanıyla ilgili olan bir kütüphane hacmindeki özel kitaplığından daha önemli olanı, kendisinin bizâtihi bir “ayaklı kütüphane” olmasıdır. Tarihî İstanbul’u çocuk yaşlardan itibaren fotoğraflayan, gözlemlerini ayrıntılarına kadar belleğine kaydeden ve güçlü hâfızasında sürekli taze tutabilmiş bir kişi olarak İstanbul’la ilgili yayınları, bu konuda çalışma yapan araştırmacılar için birincil kaynak niteliği taşır.  Eyice Hoca hâfızasındaki kazanımlarını vefatına kadar yazmaya/yazdırmaya, bilgisine danışan herkese anlatmaya devam etmiştir.

    Hocanın altmış iki yıllık hayat arkadaşı Kamuran Hanım’ın 2016 Mayıs’ında vefatından sonra daha fazla baş gösteren sağlık sorunları zaman zaman onu yatağa düşürmüşse de son ana kadar gür sesiyle konuşmaya devam etmesi, yapmak istediği projeleri heyecanla anlatması, etrafındakileri âdeta “hiç ölmeyeceğine” inandırmış gibiydi. Takdîr-i ilâhînin bir tecellisi olarak 28 Mayıs 2018 Pazartesi günü vefat etti ve Fatih Camii hazîresine defnedildi.

    Semavi Hoca İstanbul’u süsleyen, İstanbul’u “İstanbul” yapan sanat eserlerini ortaya çıkarmaya çalışan, savunan ve hatta onların yaşatılması için tek başına mücadele eden “tek kişilik bir ordu” gibiydi. O “milletin hâfızası” olarak eserlere sahip çıkmasıyla, yetiştirdiği öğrencileri, yazdığı kitapları ve makaleleri ile unutulmayacak, sanat tarihi sahasındaki hizmetleriyle dönemine damga vurmuş bir ilim adamı olması yanında, TDV İslâm Ansiklopedisi’ne de yaptığı değerli katkılarıyla, yaşarken olduğu gibi bundan sonra da hayırla ve kadirbilirlikle anılacaktır. Cenâb-ı Allah rahmetiyle muamele buyursun, mekânı cennet olsun.

    Semavi Eyice’nin hayatı, İstanbul’un dar sokaklarında, Türkiye’nin dağlarında, bayırlarında, tarihî dokuların arasında geçen bir yolculuktu. Her köşe başında, her taşta bir hikâye bulan bu büyük sanat tarihçisi, geçmişin gölgelerini geleceğe taşımayı bir görev bildi. Eyice Hoca’nın ardından bıraktığı miras, sadece akademik dünyada değil, bu kentin ruhunda da yaşamaya devam edecek. Tıpkı eski bir İstanbul sokağında yürürken karşılaşılan beklenmedik bir güzellik gibi, onun izleri de her zaman karşımıza çıkacak.

    * “Eyice Hocam” ile İlk Karşılaşmam bölümü; “İstanbul’a ve Sanat Tarihine Adanmış Bir Ömür: Semavi Eyice (1922-2018)”, MUTAD Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, VI/2 (2019), s. 336-337’da yayımlanmıştır.

    Not: Bu satırların müellifi tarafından hazırlanan Semavi Eyice’nin makaleleri külliyatı Türk Tarih Kurumu’nca yayınlanmıştır. Külliyatın ilk cildi Prof.Dr. Semavi Eyice Külliyatı I -Türk Tarih Kurumunda Yayımlanmış Çalışmaları- adıyla 2015 yılında; serinin üç kitaptan oluşan 2. cildi ise e-Kitap olarak Prof.Dr. Semavi Eyice Külliyatı II -Üniversite Yayınları ile Muhtelif Dergilerdeki Çalışmalar-ı başlığıyla 2023 Aralık ayında okuyucuların istifadesine sunulmuştur. https://www.ttk.gov.tr/ttk-e-kitap/

     

      İSAM Bülteni‘ne

      Abone Ol!

      İSAM Bülteni‘ne

      Abone Ol!