Prof. Dr. Halis Ayhan’a Vefeyat
TDV İslâm Ansiklopedisi’nin Kuruluş Yıllarına Dair Birkaç Hatıra
Arzu Güldöşüren
Prof. Dr. Halis Ayhan’a Vefeyat
TDV İslâm Ansiklopedisi’nin Kuruluş Yıllarına Dair Birkaç Hatıra
Arzu Güldöşüren
Read in English
(The English translation was done with the help of AI)

Din eğitimi alanında Türkiye’de akademik düşüncenin gelişiminde mühim izler bırakan Prof. Dr. Halis Ayhan, 23 Mayıs günü ebedî âleme irtihal etti. Ardında, bir ömrü ilme adamış bir müktesebat, vefayla anılan mümtaz bir hoca örneği bıraktı.
1944 yılında Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine bağlı Aşağı Sarıkaya köyünde dünyaya gelen Halis Ayhan, eğitim hayatına Yozgat İmam Hatip Lisesi’nde (1962) başladı ve Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde (1966) devam etti. Genç yaşta müftülük ve öğretmenlik vazifeleriyle halkın ve talebenin içinde yer aldı. Akademideki yürüyüşü, 1970’te Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak başladı ve 1975’te kurucu müdürü olduğu Bursa Yüksek İslam Enstitüsü’nde uzun yıllar hocalık ve yöneticilikle sürdü. 1983 yılında, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladığı “İslamiyet’in Eğitime Getirdiği Değerler ve Türkler’in Eğitime Hizmetleri” başlıklı teziyle doktora unvanını aldı. 1987-1988 yıllarında yurt dışında bulundu.
İlmî ve idari kabiliyeti, onu yalnızca üniversitelerde değil, aynı zamanda kültürel hafızamızın kurucu kurumlarından TDV İslâm Ansiklopedisi’nde de ön plana çıkardı. 1988-1991 yılları arasında Genel Müdür olarak görev yaptığı bu müessese, onun titizliği ve akademik anlayışıyla şekillendi. İlk ciltlerin yayınlandığı dönemin zorlukları, redaksiyon süreçleri ve müelliflerle kurulan hassas ilişkiler, Halis Hoca’nın ansiklopediye kazandırdığı kurumsal kimliğin temel taşlarını oluşturdu. Yalnızca bir yönetici değil, aynı zamanda müellif olarak da TDV İslâm Ansiklopedisi’ne 9 madde ve bölümle katkı sundu.
1989’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geçen Prof. Dr. Halis Ayhan, burada özellikle İlköğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği Bölümü başkanlığıyla, din eğitiminin pedagojik temelini şekillendiren akademisyenlerden biri oldu. 1994 yılında doçent, 2000 yılında ise profesörlük unvanını aldı.
Eserleri: Din Eğitimi ve Öğretimi, DİB Yayınları, 1985; Eğitime Giriş ve İslamiyet’in Eğitime Getirdiği Değerler, İstanbul: Damla Yayınları, 1986; Eğitim Bilimine Giriş, İstanbul: Şule Yayınları, 1995; Çocuk Gelişimi ve Eğitimi (Komisyon), İstanbul: Ensar Neşriyat, 1998; Türkiye’de Din Eğitimi, İstanbul: Marmara Üni. İlahiyat Fak. Yayınları, 1999; 21. Yüzyılda Eğitim ve Türk Eğitim Sistemi (Orhan Oğuz, Ayla Oktay ile birlikte), İstanbul: SEDAR Yayınları, 2001; Din ve Ahlak Eğitim Öğretimine Yeni Yaklaşımlar (Hayati Hökelekli, Yurdagül Mehmedoğlu, Mustafa Öcal ve Halil Ekşi’yle birlikte), İstanbul: DEM Yayınları, 2004.
23 Mayıs 2025’te vefat eden Halis Ayhan Hocamız, 24 Mayıs günü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Ümraniye Hekimbaşı Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Bir ansiklopedinin tarihine düşülen not gibi: Prof. Dr. Halis Ayhan, yalnız yazanlardan değil, yazının yükünü taşıyanlardandı. Rahmetle ve hürmetle anıyoruz.

Yozgat İmam Hatip Lisesi öğrencilik yılları
Sayın Hocam, talebelik yıllarınızda ansiklopedilerin düşünce dünyanızı ve ilmî merakınızı şekillendiren başlıca başvuru kaynakları arasında nasıl bir yerleri vardı?
Bilgisayarın olmadığı bir dönem düşünün. Fakülte yıllarımızda bir konuyu araştıracağımız zaman bütün dünyada bilgiye ulaşma yöntemi ansiklopedilerdi. Spor ansiklopedisinden tutun da tarih ansiklopedisi, sanat tarihi ansiklopedisi, felsefi doktrinler ansiklopedisi gibi çok sayıda ansiklopedi yayınlanmıştı. Bu eserler, bilgiyi derli toplu olarak bir araya getiriyor ve bunu da yayın yoluyla ilgililerine ulaştırıyordu. Talebelik yıllarımızda, Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nde hocamız Muhammed Tayyip Okiç vardı. Leiden’de yayınlanan ansiklopediden bize bahsederdi. Bir kere orijinalini, İngilizcesini merak ettim ama elimizde yoktu. Türkçesi yayın faaliyetine daha devam ediyordu. “Bir an önce bitsin,” diye düşünüyorduk. Bu ansiklopediyi, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul Üniversitesi’yle birlikte, Abdülhak Adnan Adıvar’ın başkanlığında bir heyete tercüme ettirmişti. Birtakım sıkıntıları, eksikleri vardı. Bunları da görüyorduk fakat buna benzer bir çalışmayı nasıl yapacağımızı bilmiyorduk. Tayyip Hocayla hangi ortamda bir araya gelsek, “Bu ansiklopedi işini İslam âlimleri yapar mı, yapamaz mı?” sorusunu ısrarla soruyordu. Bir de yetişmekte olan bir nesil vardı. İlahiyattaki veya diğer fakültelerdeki arkadaşlarla, “Bunlara kaynak bakımından yardımcı olmanın yolu nedir?” diye her fırsatta düşünüyorduk. Dolayısıyla 1980’li yıllardan sonra ilahiyat fakültesi hocaları, müdürler, dekanlar tarafından ansiklopedi fikri dile getiriliyordu.
Dinî bilgilerin derli toplu, güvenilir kaynaklarda toplanmasına duyulan ihtiyaç o yıllarda nasıl hissediliyordu? Siz TDV İslâm Ansiklopedisi’nin hayata geçirileceğini ilk duyduğunuzda ne hissettiniz, o ânı hatırlıyor musunuz?
Ansiklopedi çalışmalarından 1980’li yılların başlarında haberdar oldum, muhtemelen 1983 yılıydı. İlahiyattaki hocalar böyle bir çalışmanın yapılması gerektiğini düşünüyor; Ankara’da ise “Bu işi kim yapabilir?” diye konuşuluyordu. Ciddi bir organizasyon gerekiyordu, kurumsal bir yer lazımdı. Diyanet Vakfı bu işi üstlenebilir görüşü ortaya çıkmıştı. Ben o yıllarda Bursa’daydım. İstanbul’a geldim, bu konu etrafında görüşmeler yaptık. İslam dünyasının hatta bütün dünyanın temel kaynak kitabı olacak bir çalışma hedefleniyordu. Bu gelişmelerin ardından 1983’te Diyanet Vakfı’na bağlı olarak İslâm Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü kuruldu. Ergun Göze ve Ertuğrul Düzdağ kısa süreliğine burada yöneticilik yaptı. Sonra Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nün Hocası Ahmet Gürtaş, genel müdürlük görevine getirildi. Kurumu ilk defa müessese haline getiren kişi kanaatimce Gürtaş’tır. Kendisi dostum olduğu, burada da birçok arkadaşımız bulunduğu için İstanbul’a her geldiğimde, burayı ziyaret eder, gelişmeleri 1983’ten itibaren yakından takip ederdim.
Peki sizin fiili olarak ansiklopediyle yollarınız nasıl kesişti, genel müdürlük görevi size kim tarafından ve nasıl teklif edildi? O süreçte neler yaşandı?
1987 yılının sonlarıydı bana bu vazifeyi ilk Ahmet Gürtaş teklif etti. Yurt dışından gelirken havaalanında beni Gürtaş karşıladı. Yolda, “Halis, gel İslâm Ansiklopedisi’nde beraber çalışalım. Ya genel müdür muavini ol ya da sen genel müdür ol, ben sana muavinlik yapayım. İkimizin gücü birleşirse Ankara’ya, Diyanet Vakfı’na götüreceğimiz projelerimiz kabul görür. Sen yüksek İslam Enstitüsü müdürlüğü yaptın” dedi. Bakın bu çok önemli bir hadisedir. Gürtaş, benden iki sene önce mezun olmuş. Ama “Sen yüksek okul müdürlüğü yaptın. Eğer ben genel müdür muavini olmam dersen, gel sen genel müdür ol, ben sana muavin olabilirim” diyerek yapılacak çalışmaların selameti için bir kadirşinaslık gösterdi ve benim muavinim olmayı kabul etti. Ben kendisine, “Böyle bir şey düşünmüyorum, bütün hedefim emekli oluncaya kadar öğretmenlik yapmak, yayın konusu benim ilgi alanım değil” cevabını verdim. Böylece vedalaştık ve Bursa’ya gittim. Sonra, Diyanet İşleri Başkan Vekili Abdülbaki Keskin, Bursa’ya geldi. İkinci teklif bu sefer Abdülbaki Keskin tarafından yapıldı. Gürtaş’ınki zihin jimnastiği gibiydi, resmi bir teklif değildi. Zaten Gürtaş’ın konumu da buna uygun değildi. Ama Abdülbaki Keskin, vakıf başkanı ve reis vekiliydi. Bursa’ya özellikle bunun için gelmişti. Uzun uzun bu işi üstlenmem gerektiğini anlattı. Abdülbaki’ye göre bu işi benim yapmam için önemli gerekçeleri vardı. Beni ikna etmek için bunları ortaya koydu. Gerekçelerini söylemeyeyim.

TDV İslâm Ansiklopedisi Genel Müdürü iken, 1982
Hocam tarihe kayıt düşüyoruz, dolayısıyla Keskin’in gerekçelerinden daha doğrusu bu görev için seçilme sürecinizin detaylarından bahsedebilir misiniz?
Madem başladık anlatmaya, Abdülbaki diyordu ki “Halis sen bizim camiada bilinen, tanınan, sevilen, güvenilen bir isimsin. Gürtaş kesin görevden ayrılıyor. Genel Müdürlüğü bırakıyor. Bunda da kararlı, ikna edemedik. Tabii bu süreçte ben de girdim devreye fakat Gürtaş, Genel Müdürlüğe devamı kabul etmedi. Kendince bir takım gerekçeleri de vardı ve ayrılmak istiyordu. Gürtaş’tan sonra buradakiler arayış içindeler, Bekir Topaloğlu’nun öncülüğünde İstanbul uleması toplanıyor. “Gürtaş gidince genel müdür kim olsun?” sorusu konuşuluyor. Abdülbaki’nin bana söylediği “İstanbul ve Ankara ittifakla seni seçiyor, düşünüyor” idi. Fakat sonradan öğreniyorum ki aslında tam olarak böyle değilmiş. İstanbul’dan Ankara’ya, Diyanet Vakfı’na beş altı isim teklif ediliyor, ben de varım bunların içinde. Ankara ittifakla Halis Ayhan, diyor. Böylece, Abdülbaki’nin dediği bir mânada doğru. Ankara ve İstanbul bir isimde ittifak ediyor. Buradan gönderilen diğer isimler konusunda Ankara’nın kendine göre yaklaşımları dahası rezervleri var. 1988 yılının Kasım ayında bu teklife olur, dedim. Beni Ankara’ya davet ettiler, mütevelli heyet toplantısında, görevi resmen bana teklif ettiler. Bu süreçte para konusunu hiç konuşmadım. Tek söylediğim şey, Genel Müdürlük yaparım fakat hocalığı bırakamam. Memnuniyetle dediler, sözleşmeye onu da yazdılar. “Bir Ansiklopedi Genel Müdürü’nün hocalık yapması bizim için de iyi olur, hocaları yakından tanırsın”, dediler. Böylece sözleşmeyi imzaladık ve İslâm Ansiklopedisi maceram başladı.
Ansiklopedide göreve başladığınızda çalışmalar hangi aşamadaydı?
1988’de Bursa’dan buraya geldim. Henüz ansiklopedi yayınlanmamış, bir örnek fasikül çıkarılmıştı. Aslında görevde bulunduğum sürede ansiklopediyle ilgili hayalimi, yapmak istediğim şeyleri tam gerçekleştiremedim. Bunu anlatayım da kayda geçsin. Şöyle ki, madde yayına girmeden önce, müelliften geliyor ve burada redaksiyondan geçiyordu. İki redaksiyon aşaması var. Biri edebî redaksiyon, Türkçe bakımından madde redakte ediliyor, bu birimin başkanı Ahmet Topaloğlu. Gürtaş zamanı sistem böyle kurulmuş. Güzel bir düzen fakat ben buna ilave bir şey daha koyayım, diye düşündüm. Madde yayına girmeden önce Yayın Müdürü Ahmet Yılmaz’a teslim edilsin. Sonrasında madde müellife bir daha gitsin. Yazar maddeyi gözden geçirsin, paraf koysun ve biz de yayınlayalım, dedim. Bundaki amacım, yazarın “maddemi değiştirmişsiniz, ilave etmişsiniz, çıkarmışsınız” demesinin önüne geçmekti. Fakat uygulamada durum farklı oldu. Arkadaşlar bunu yapmaya çalışırken çok yoruldu ve süreç işlemez hale geldi.

Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet Ödülleri Töreni, 2014
Bunun müşahhas bir örneğini anlatabilir misiniz hocam?
Mesela “Âb-ı Hayât” maddesinde bunu yaşadık. Rahmetli Âmil Çelebioğlu maddenin yazarıydı aynı zamanda redaksiyon heyeti başkanı Ahmet Topaloğlu’nun da sınıf arkadaşı. Âmil Bey tutmuş, maddeyi yirmi, otuz sayfa yazmış. Kendine göre çok önemli bir yazı tabii. Madde bizim redaksiyon heyetine gelmiş, “Âb-ı Hayât maddesini yirmi, otuz sayfa yazarsak, bu ansiklopedi kırk değil, yüz ciltte bitmez” denilmiş. Dolayısıyla da buna izin vermemişler. Yazılanların önemli bir kısmını çıkarmışlar ve maddeyi beş sayfaya indirmişler. Aslında Çelebioğlu’na maddeyi sipariş ederken, şu kadar kelimeden ibaret olacak, diye bir sınırlamamız bulunuyor. Yazdığı madde beş sayfaya inince, rahmetli çıktı bana geldi. “Bu maddenin benim adımla yayınlanmasını istemiyorum” dedi. Niye? “Kendi dediklerim çıkarılmış. Şunlar şunlar muhtevada olmalı.” Ben kendisine “Yirmi beş sayfa bir Âb-ı Hayât maddesi yazarsak bunun sonu gelir mi? Daha ileride neler yazacağız” dememe rağmen, “yok olmaz, siz bilirsiniz, eğer maddeyi bu haliyle yayınlarsanız sizi mahkemeye veririm. İmzamı koyamazsanız, notere gidiyorum, noterden tespitini yaptıracağım. Benim maddem şu, redaksiyondan itibaren şu kadara düşmüş” dedi ve gitti. Sonra birçok maddede bu sıkıntıları yaşadım. Bunun üzerine maddeyi müellife göndermekten vazgeçtik. Az önce de söylediğim gibi müellife yazıyı gönderirken merkezde madde farklı bir şekle girebilir, diyorduk. Dikkat ederseniz, çoğu maddede DİA imzası vardır. Aslında onun bir müellifi var. Ama bazı maddelerde müellifle redaksiyon heyeti ya da genel müdür anlaşamadığı için DİA imzası konulmuştur.
Böylesine zorlu bir süreç sonrası ilk cilt yayınlandığında neler oldu?
Netameli süreçlerin sonunda ilk cilt 1988’de yayınlandı. Çok sevindik tabii. O zaman fasikül fasikül yayınlanıyordu. Prof. Dr. Mustafa Sait Yazıcıoğlu Diyanet İşleri Reisi olmuştu. Çengelköy’de, şimdiki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün bahçesinde Vahdettin Koruluğu denilen yerde Diyanet Vakfı’nın binaları vardı. Vahdettin Köşkü’nün bahçesi çok mutena görünüme sahip bir yerdi. Hatta boğazın en güzel köşesiydi. İlk cildi orada kutladık. Ben bir konuşma yaptım arkadaşlara. Diyanet İşleri Başkanı Mustafa Sait Yazıcıoğlu ve Bekir Topaloğlu birer konuşma yaptı. Ve o sırada ikramlar oldu. Redaksiyon heyetinde, yayında, ansiklopedinin her biriminde çalışan arkadaşların katıldığı hayatımızın en güzel şölenlerinden biri yaşandı. Sabah 10’da gittik oraya. Bir öğle yemeği ikram edildi. İkindiye kadar bu merasim sürdü. Sonrasında bir sonraki cildin yayın çalışmalarına başlandı ve süreç yine bir yıl sürdü. Genel müdürlüğümün ikinci yılında, ikinci cildi bir lokantada kutladık. Üçüncü cilde geldiğimizde, benim ansiklopedi tecrübem, anlayışım konusunda bir takım görüş farklılıkları oluştu. 1991 yılında üçüncü cildi hazırlamıştık lakin bu cildi yayınlamadan önce ben ansiklopediden ayrıldım. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Din Eğitimi Ana Bilim Dalında göreve başladım. Böylece en azından idarecilik açısından ansiklopedi yolculuğum tamamlanmış oldu. Fakat ansiklopediyle münasebetim madde yazarı olarak sonrasında da devam etti.

Emeklilik döneminde verdiği bir röportaj esnasında
![]() |
Arzu Güldöşüren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu(2000).Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “19. Yüzyılın İlk Yarısında Tarik Defterlerine Göre İlmiye Ricali” adlı teziyle yüksek lisansını (2004), “II.Mahmud Dönemi Osmanlı Uleması” adlı teziyle doktorasını (2013) tamamladı. Bilim ve Sanat Vakfı’nda görev yaptı (2015-2018). 2024 yılında doçent oldu. Halen TDV İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) çalışmaktadır. |