Akademi ve Bürokrasi Arasında:
Ş. Tufan Buzpınar ile İSAM Üzerine

Arzu Güldöşüren

Akademi ve Bürokrasi Arasında:
Ş. Tufan Buzpınar ile İSAM Üzerine

Arzu Güldöşüren

Read in English
(The English translation was done with the help of AI)

Akademik dünyada iz bırakan isimler, yalnızca ürettikleri eserlerle değil, aynı zamanda yetiştirdikleri öğrenciler ve yön verdikleri kurumlarla da hatırlanır. Prof. Dr. Ş. Tufan Buzpınar da hem Osmanlı tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla hem de Türkiye’deki akademik ve bürokratik kurumlara sunduğu katkılarla tanınan isimlerden biri.

Biz de onunla bir araya gelip, geçmişe ve bugününe dair konuşmak istedik. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’ndeki (İSAM) yılları, akademik yolculuğu ve 28 Şubat sürecinin üzerindeki gölgesi… Hepsi bir araya geldiğinde, yalnızca bir kişinin değil, bir devrin hikâyesi oluşuyordu. Bu hikâyeyi daha iyi anlamak için öncelikle onun akademik serüveninin nasıl şekillendiğine bakmak gerekiyor. 1961 yılında Kadirli’de doğan Ş. Tufan Buzpınar, lise eğitimini Adana’da tamamlar. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarında (1979-1984) uzun yıllar içerisinde bulunacağı ve hizmet edeceği Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) camiasıyla ilk teması gerçekleşir. Aralık 1984’te vakfın ilk yurt dışı bursiyerlerinden biri olarak lisans üstü çalışmalar yapmak üzere İngiltere’ye gönderilen araştırmacı grubunun içinde yer alır.  Bu bursla Manchester Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümü’nde 1986’da yüksek lisansını ve 1991’de de doktorasını tamamlar.

Türkiye için yeni bir tecrübe olan araştırma merkezi fikrinin ilk neşv ü nema bulduğu kurum olan TDV İslam Araştırmaları Merkezi’nin 1992’de ilk araştırmacıları arasında yer alır. Kurum içindeki çeşitli görevleri yanında Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ndan sonra araştırmacıların işleriyle meşgul olmak üzere kendisinin de mensubu bulunduğu Araştırmacılar Kurulu’nun başkanı olur. Mart 1999’da genç kuşak İSAM araştırmacılarının önemli temsilcilerinden biri olarak İSAM Başkanlığı’na atanır ve 31 Ağustos 2001 tarihine kadar bu görevi yerine getirir. 28 Şubat sürecinin giderek artan baskıları, ansiklopedinin yeni uygulamaya koyduğu ödeme usulü meselesi ve araştırmacıların İSAM’daki gelecekleri gibi kritik konular üzerine yoğunlaşarak, kurum ile vakıf arasındaki dengelerin sağlıklı bir şekilde tesis edilmesi yönünde çalışmalar yürütür. Türkiye’nin siyasî ve ekonomik olarak zorluklardan geçtiği bir dönemde önemli konularda kararlar almak zorunda kalır. TDV İslam Ansiklopedisi Türk Tarihi ve Medeniyeti İlim Kurulu üyeliğinde bulunur.

Akademik çalışmalarında II. Abdülhamid dönemine odaklanan Buzpınar, 1998 yılında doçent, 2005’te profesör olur.  2010-2012 tarihleri arasında İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kurucu dekanlığı ve rektör yardımcılığı görevlerinde bulunur. 2012-2015 tarihleri arasında YÖK Yürütme Kurulu üyeliği yapar. 2015-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü’nde görev alır. Halen İstanbul Medipol Üniversitesi öğretim üyesidir.

TDV İslam Araştırmaları Merkezi’nde araştırmacı olarak göreve başlama sürecinizi anlatır mısınız hocam?
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde son sınıf öğrencisiyken Türkiye Diyanet Vakfı yurt dışına öğrenci göndermek için ilana çıktı. Benim de ilandan haberim oldu, müracaat ettim ve sınavlarda başarılı bulunarak 1984 yazında Türkiye Diyanet Vakfı’nın yurt dışı bursiyeri oldum. Aynı yılın sonbaharında Ankara’da İngilizce eğitimi aldım ve Aralık ayında akademik çalışmalarımı sürdürmek üzere İngiltere’ye gönderildim. 1985-1991 yılları arasında İngiltere’de bulundum, önce 6 ay kadar dil eğitimi aldım, ardından da yüksek lisans ve doktora çalışmalarımı tamamladım. Dönüşümde askerlik görevini yaptıktan sonra Eylül 1992’de İslam Araştırmaları Merkezi’nde tam zamanlı araştırmacı statüsünde göreve başladım. O zaman İslam Araştırmaları Merkezi sadece benim gibi araştırmacılardan sorumlu küçük bir birim idi. Hayrettin Karaman ve İsmail Erünsal hocalar bu birimle ilgileniyorlardı. Ansiklopedi çalışmaları İslam Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyordu. Bu ikili yapı 1993 yılına kadar sürdü. Bir yılı aşkın bir süre İslam Araştırmaları Merkezi araştırmacısı olarak çalıştım. Aslında kendi araştırmalarımıza yoğunlaşmak ana ilke idi ama bir taraftan da ansiklopedi hazırlanıyordu ve bu çalışmalara destek vermemiz gerekiyordu. Gelen maddelerin editörlük, eksik tamamlama gibi ihtiyaçları vardı. O zaman sayımız çok azdı. İki kişiydik yanılmıyorsam 1993’te. Dolayısıyla bir taraftan kendi çalışmalarımı -doktoramda ve sonrasında önemsediğim akademik araştırmaları- sürdürüyordum bir taraftan da ansiklopedide madde yazarlığı, editörlük, redaksiyon işleri ve diğer kalemlerde görev alıyordum. Mesela o günlerde ansiklopedi biraz mahalli kalmıştı, uluslararası tanınırlığı zayıftı. Bunu nasıl kuvvetlendirebiliriz, diye önemli bir gündem maddemiz vardı. Bu, iki açıdan çok önemliydi. Birincisi ansiklopediye yabancı yazar temin etmemiz gerekiyordu. Çünkü yazar sayısı sınırlıydı ve Türk akademisyenlerinin yazamayacağı birçok madde bulunuyordu. Bunun için dünyadan mutlaka akademik katkı almamız gerekiyordu. Ansiklopedi tanınmıyordu ki insanlar madde yazsınlar. Bu konuyla ilgili  ne yapılabileceğini değerlendirirken, ansiklopedinin tanınırlığını arttırmak amacıyla İngilizce bir fasikül hazırlama kararı aldık. Bu çalışma benim ilk üstlendiğim görevlerden biri oldu. Kurumda görev yapan  Amerikalı bir hanımefendiyle  birlikte çalışarak, madde seçimi ve metinlerini hazırladım. Onun dil katkılarıyla İngilizce bir fasikül oluşturduk ve çeşitli uluslararası toplantılarda dağıttık. Ansiklopedinin tanınırlığını sağlamaya çalıştık. Yurtdışından yazar sayısını arttırabilmek için bu önemli bir işti.

İSAM’ın sizin de bir parçası olduğunuz araştırmacı yetiştirme misyonundan bahseder misiniz?
1990’larda İslam Araştırmaları Merkezi’ne bağlı onlarca araştırmacı vardı. Herkes farklı şehirlerden, üniversitelerden ve altyapılardan geliyordu. Bu öğrencileri bir potada birleştirip tabiri caizse bir ekol mensubu yapmak hedefleniyordu. Merhum Dr. Abdülbaki Keskin Bey’in akademik danışmanlığında 1980’lerin ilk yıllarında geliştirilen projeye göre burası Türkiye’nin, dünya müslümanları araştırma merkezi gibi bir mekân haline gelecekti. Abdülbaki Keskin Hoca ve vakfın o zamanki üst yönetimi muhtemelen Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç ile de bu konuları istişare ediyorlardı. Onların anlayışına göre içinde bulunduğumuz dünyada müslümanların yoğun olarak bulunduğu, dünya medeniyetine katkı yapma potansiyelinin yüksek olduğu yerler çalışılacak ve bu alanlarda doktoralarını tamamlayanlar Türkiye’ye döneceklerdi. Türkiye’de kurulacak bir merkezde farklı bölgeler bu defa araştırma alanlarına dönüşecekti. Mesela Avrupa ülkelerine gönderilen araştırmacılar Mısır, Hindistan alt kıtasındaki müslümanlar, Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri, Rusya ve Orta Asya müslümanları, Türkiye-Arap dünyası ilişkileri ve Endonezya gibi alanlara dair konular çalışacaklardı. Türkiye’ye döndüklerinde de farklı bölgeler üzerine çalışma grupları oluşturulacaktı. Bu fikir çok uzun ömürlü olmadı. Çünkü araştırmacıların fikrî sorumluluğu Ankara’dan İstanbul’a geçince, burada etkin olan hocalar bölge araştırmaları yerine disiplin üzerinden araştırmacı yetiştirmenin daha isabetli olacağı fikrini uygulamaya koydular. Benim de aralarında bulunduğum ilk grup ağırlıklı olarak tarihçi olunca sırf tarihçi mi yetiştireceğiz itirazı yükseldi. Ardından fıkıh, kelam, tefsir ve sair İslam disiplinlerinde de uzman yetiştirilmesi kanaatinden hareketle araştırmacılar seçtiler. Böyle olunca İstanbul’da bir merkez oluştu ama o merkezle birlikte çok ciddi bir fikrî değişiklik de hayata geçmiş oldu. Buna göre araştırmacıların yönlendirilmesi, olgunlaştırılması ve bu fikrin benimsenmesi gerekiyordu. Bu önemli bir işti. Dolayısıyla da bunu yapabilmek için belli periyotlarla seminerler yapıyorduk. Seminerlere bütün araştırmacılar ve bursiyerler katılıyordu. Önemli bir konuşmacı davet ediliyordu, akademik bir mesele anlatılıyordu ve araştırmacı arkadaşlar sorularla müzakerelere katkıda bulunuyorlardı. Aynı zamanda birbirlerinin çalışmalarından da haberdar olmuş oluyorlardı. Ve böylece de bir nevi ekolleşme mümkün olacak mı sorusunun cevabı oluşturulmaya çalışılıyordu.

Peki hocam bu araştırmacıların fikrî ve idarî sorumluluğu kimdeydi?
Esas yetki ve sorumluluk Hayrettin Karaman Hoca’da idi. Hayrettin Hoca haftada belli günlerde geldiği için ben bütün hafta boyunca araştırmacılarla ilgili işleri takip eder hoca geldiğinde de onu bilgilendirirdim. Hocanın fiilî riyasetinde alınan kararları da arkadaşlara iletirdim. Hayrettin Hoca burada olduğu sürece araştırmacıların fikrî liderliği ondaydı. Daha sonra idarî olarak araştırmacılar kurulu başkanı ben oldum ama bir büyüğümüz olarak hoca ile istişare etmeden önemli bir karar almazdım. Ben gündelik işleri takip ediyor, evrakları hazırlıyor ve oluşan fikirleri hocayla paylaşıyordum. Tabii bu araştırma merkezi, araştırmacı yetiştirme meselesi Türkiye’de bilinmeyen bir alan olduğu için çok zor ve stresli bir işti. Biz araştırmacılar olarak bunun stresini yaşardık. Hayrettin Hoca, İsmail Hoca ve Tayyar Hoca da yönetici olarak o stresi yaşarlardı. 1999 Martında İSAM başkanı olarak atanıncaya kadar araştırmacıların işlerini yürütmek, onların çalışmalarını zamanında tamamlamalarını sağlamak için vakıfla araştırmacılar arasında tabiri caizse akademik bir aracı rolü oynadım. Bu önemli ve çok zahmetli bir görevdi. Çünkü arkadaşların başarı derecelerini yükseltmek ve farklı eğilimlerini dengelemek kolay olmuyordu.

İSAM araştırmacılığından Başkanlık görevine getirilme süreciniz nasıl oldu?
Araştırmacılar Kurulu başkanlığı görevim devam ederken, Azmi Özcan Hoca -hangi nedenlerle bilmiyorum- görevi bırakmak istediğini belirtmiş. 1999 Martının ilk haftasında, fikrim de sorulmadan, bu görev size verilecek, nöbeti devralacaksınız şeklinde şifahi bir tebliğe muhatap oldum. Zannediyorum o günlerde Türkiye Diyanet Vakfı’nın genel kurul toplantısı olacakmış ve vakfın yönetim organları için de seçim yapılacakmış. O zaman Ankara’yla üst düzey gayriresmî diyalog işini Tayyar Altıkulaç Hoca yürütüyordu. Genel kurul toplantıları bu tür önemli kararların alınmasında iyi bir ortam oluşturuyor olmalıydı. Genel kurula giderken İSAM başkanı Azmi Özcan Bey ile konuşmuş ve o bırakmak arzusunu teyit etmiş. Ankara’daki genel kurul sonrasında oluşan mütevelli heyet Azmi Bey’in istifasını kabul ederek yerine benim atanmama karar vermiş. Böyle âni bir gelişme ile 12 Mart 1999’da İSAM başkanlığı görevini üstlenmek durumunda kaldım.

Mart 1999’da Araştırmacılar Kurulu başkanlığını bırakıp İSAM başkanlığını devraldığımda en önemli problemlerden biri, merkezin yeni uygulamaya koyduğu ödeme usulü meselesiydi. İkincisi 28 Şubat sürecinin giderek artan baskısıydı. Üçüncüsü ise araştırmacı arkadaşların düzenli olarak akademik çalışmalarına devam etmelerinin sağlanmasıydı. Bunlar o zamanın önemli gündemleriydi ama en önemlisi 28 Şubat süreci ve ansiklopedinin yayına hazırlanabilmesi idi.  28 Şubat süreci baskısının derecesini göstermesi bakımından 1999’un ilk yarısında Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan üç müfettiş gönderilerek İSAM’ın teftiş edilmesini söyleyebilirim. Yani orada ne oluyor? İşte bu kadar para nereye gidiyor? Bu ansiklopedi nasıl bir ansiklopedi ki bir türlü bitmiyor gibi sorular sık sık dile getiriliyordu. 28 Şubat sürecinin İslam’la bağlantılı kurumlar üzerindeki baskısını tahmin edersiniz. O atmosferde İSAM önemli bir gündem maddesi oluşturuyordu.

İSAM’da ve bu çerçevede ansiklopedi çalışmalarının yürütülmesinde 28 Şubat sürecinin nasıl etkileri oldu?
1999 itibariyle 28 Şubat süreci devam ediyordu ve etkileri İSAM’da görülüyordu. Bunlardan en önemlisi mesela bazı üniversiteler hocalarına İSAM’da çalışma izni vermiyorlardı. Hocaların belirli günlerde İSAM’a gelerek ansiklopedi çalışmalarına katılabilmesi üniversitelerinden alacakları izinle mümkün oluyordu. Üniversiteler izin vermemeye başlayınca hocalar da İSAM yönetimi de zor durumda kaldılar. Bir taraftan üniversite rektörlükleriyle görüşmeler devam ederken, diğer yandan İSAM’da yürütülen işler, ansiklopedi, akademik çalışmalar anlatılıyordu. Bu belli ölçüde başarılı oluyordu. Başka bir husus da hocaların İslam Araştırmaları Merkezi’ne gelmeden de madde yazımına devam edebilmelerinin sağlanmasıydı. Bunun için bir kısmı evine kaynak götürmeye başladı. Ama o da çok sağlıklı olmuyordu. Bu sefer bazı maddelerin zamanında üretilememesi, ödemelerin çok yüksek bir hacme çıkması, bazı hocaların buraya geldiği zamanları verimli değerlendirememesi gibi sorunlar ortaya çıkıyordu.

Peki bu problemleri aşmak için ne tür tedbirler aldınız hocam?
1998’de ödeme kuralları değiştirilmiş, kelime ücreti belirlenmişti. Fakat İSAM başkanlığını devraldığımda hocaların kelime ücretleri hâlâ önemli bir problemdi. Bir de yazılan maddelerin kuruma ayrıca bir maliyeti oluyordu. Bazı hocalar kuruma az iş bırakacak seviyede metinler çıkarıyordu. Bu tür maddeler kısa sürede yayına hazırlanabiliyordu. Bunların maliyeti düşük oluyordu. Diğer bazı hocaların yazdıkları metinler o kadar çok süreçten geçiyordu ki kuruma maliyeti kendilerine ödenen miktarın birkaç katı oluyordu. Dolayısıyla da kurumun bu konudaki tecrübesinden hareketle belli ödeme kalemleri oluşturulmuştu. O veriler incelendiğinde madde kalitesi bakımından kuruma düşen işin miktarına göre yazarlara ödeme tahakkuk ettiriliyordu.

Ansiklopedi yayınının sürdürülmesi sırasında sizi zorlayan başka problemler de ortaya çıktı mı?
Çıkmaz olur mu? Mayıs 2000’de hac ve umre ile ilgili yönetmelik değişti. Yeni yönetmelikle Türkiye Diyanet Vakfı’nın elinden hac ve umre imkânları alındı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na verildi. Aslında bu bir kamu kurumunun Sayıştay denetimi dışında gelir elde etmesi ve bunu da Sayıştay denetimi dışında harcaması demekti. Normalde mevzuata aykırı bir şey idi ama 28 Şubat mantığı içerisinde vakfın gelirlerini azaltmak amacıyla gerçekleştirilmişti. İşin tuhaf tarafı da bu yönetmeliğin hâlâ uygulanıyor olmasıdır. Vakıf bir anda en önemli gelir kaynağını kaybetmiş oldu. Şimdi bu şartlarda ansiklopedi çalışmaları nasıl devam edecek ve kaç ciltte bitecekti? Vakıf genel müdürü ansiklopedinin kaç ciltte biteceğini soracak olsa verecek cevabım yoktu. Zira bu süreci öngören böyle bir planlama yapılmamıştı. 28 Şubatçıların oluşturduğu baskı ortamında yeni bir çalışma başlattık. Şimdiye kadar yayımlanan maddelerin hacimleri ve geride kalan maddelerin durumu üzerine bir değerlendirme süreci gerçekleştirdik. Yayımlanan ciltlerden hareketle kalan kısmı, tahmini kaç ciltte tamamlayabiliriz sorusuna cevap oluşturmaya çalıştık. Bütün ilim heyetlerine bu soruya cevap oluşturmaları için görev verdik. Uzun çalışmalar ve müzakerelerin ardından kırk ciltte tamamlanabileceğine karar verdik. O sırada galiba biz yirminci cilde gelmiştik. Bu çalışma sonucunda maddelerin listesi yeniden belirlendi. Başkanlığım süresince birkaç cilt tamamlanmıştı. Bilgisayarımdaki program üzerinden ansiklopedi maddelerinin basamaklarını takip ediyordum. Görseller hariç her bir cilt beş yüz altmış ile beş yüz seksen bin kelime arasında oluyordu.

28 Şubat süreci doğrudan olmasa da dolaylı olarak araştırmacıları da etkiledi sanıyorum?

O yıllarda içinde bulunulan imkânsızlıkların baskısıyla Araştırmacılar Kurulu’nda yeni bir gündem oluştu. O da vakfın belli sayıda araştırmacıyı kurumda tutabileceği ve diğerlerinin bir şekilde üniversitelere geçmesi meselesi idi. Hayrettin Bey’in başkanlığında bir heyet bu hususu çalıştı. O heyetin çalışması sonucunda araştırmacıların bir kısmının İSAM’da kalması, bir kısmının da belli periyotlarla üniversitelere geçmesi kararlaştırıldı. Araştırmacıların bir kısmı üniversitelere geçip de sayı azalmaya başlayınca, İSAM araştırma projesinden vazgeçiyor mu, sorusu gündeme geldi. Hayır, orada da bir revizyona gidildi. Ana fikir şuydu, benimsediğim ve sonradan uygulanmamasına üzüldüğüm de bir fikirdi bu. Biz İSAM olarak proje yürütücülüğü yapmaya karar vermiştik. Burada kalan arkadaşlar kendi alanlarındaki projelerin merkezdeki ismi olacaklardı. Üniversitelere geçenler ve ilgi alanımızda bize katkı sunabilecek diğer hocalar da projenin akademisyenleri tarafında yer alacaklardı. İSAM böylece dışarıdan akademik destek alarak projelerine devam edecekti. Bunun çok önemli iki katkısı olacaktı. Birincisi bu arkadaşlarla proje aracılığı ile çalışmaya devam edecektik. İkincisi de birçok akademisyeni yerinde destekleyerek akademik verimliliklerini arttırırken üniversite hocalıklarına da devam etmelerini sağlayacaktık. Yani hangi üniversitede, hangi akademisyen İSAM’a uygun kalitede ve seviyede iş üretebiliyorsa onunla bağlantı kuracaktık. Böylece bir taraftan malî açıdan giderek artan ve üstesinden gelinemeyen ödemeler  bir nebze hafifletilirken  diğer taraftan da kitap ve proje çalışmaları aksamadan devam edebilecekti. Bu fikir esas alınarak bir kısım arkadaşlar İSAM’da bırakıldı. İSAM’da kalan arkadaşların en önemli özellikleri böyle bir projede yürütücülük yapabilecek olmalarıydı. İzin verilen arkadaşlarımızın bir kısmı İstanbul’da bulunan üniversitelerde görev alırken diğer bir kısmı da İstanbul dışındaki üniversitelere gittiler.

Tufan Buzpınar Hocamızın içtenlikle paylaştığı bu tecrübeler, İSAM’daki araştırmacı yetiştirme süreçlerinden vakıf ile kurum arasındaki dengelere, 28 Şubat’ın yarattığı baskılardan ansiklopedinin yayın sürecinde karşılaşılan maddi ve idarî zorluklara kadar geniş bir perspektif sunuyor. Kendisine en içten teşekkürlerimizi sunuyor, bu söyleşinin ilgilenen herkes için faydalı olmasını diliyoruz. Hocamızın kıymetli zamanını ayırarak bizimle paylaştığı bu hatıralar, sadece bireysel bir akademik yolculuğun değil, aynı zamanda Türkiye’de ilmî çalışmaların, kurumların ve ansiklopedinin geçirdiği dönüşümün de bir aynası niteliğinde. Elbette, konumuz geniş ve detaylı; burada ele aldığımız meseleler ancak bir başlangıç. Hocamızın bu konularla ilgili daha kapsamlı anlatılarını ileride yayımlanacak olan “DİA Sözlü Tarihi” adlı çalışmamızda bulabilirsiniz.

Arzu Güldöşüren

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu(2000).Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “19. Yüzyılın İlk Yarısında Tarik Defterlerine Göre İlmiye Ricali” adlı teziyle yüksek lisansını (2004), “II.Mahmud Dönemi Osmanlı Uleması” adlı teziyle doktorasını (2013) tamamladı. Bilim ve Sanat Vakfı’nda görev yaptı (2015-2018). 2024 yılında doçent oldu. Halen TDV İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) çalışmaktadır.