Bir Tefsir Şerhi Klasiğinin Hikâyesi
Tetimmetü’l-Keşşâf’ın İlk Tenkitli Neşri Üzerine Notlar

M. Taha Boyalık
Bir Tefsir Şerhi Klasiğinin Hikâyesi
Tetimmetü’l-Keşşâf’ın İlk Tenkitli Neşri Üzerine Notlar

M. Taha Boyalık
Read in English
(The English translation was done with the help of AI)

Klasik yazım kültüründe bir metnin değeri sadece kaleme alındığı dönemdeki etkisiyle değil sonraki nesillerin ona gösterdiği ilgi ve yorum faaliyetleriyle belirginlik kazanır. Bu faaliyetlerin en köklü ve üretken biçimlerinden olan “şerh” ise metni yalnızca açıklama ve kolaylaştırma işlevini değil çoğu zaman metinle kurulmuş derin bir zihinsel ilişkiyi, birlikte yeniden düşünmeyi ve onu dönemin ihtiyaçları doğrultusunda yorumlamayı ifade eder. İslam düşünce tarihinde bu gelenek, bir öğretim yöntemi olmanın ötesine geçmiş; zihniyet ve düşünce terbiyesi inşa eden bir form halini almıştır. Nitekim bir kelamcının, nahivcinin, müfessirin yahut mantıkçının kaleme aldığı bir şerh, yalnızca kaynak metni çözümlemekle kalmaz; aynı zamanda şârihin ilmî perspektifini, gelenekle kurduğu irtibatı ve bu irtibatı nasıl dönüştürdüğünü de ortaya koyar. Bu yönüyle şerh geleneği, özellikle klasikleşmiş metinler etrafında yoğunlaşmış; söz konusu metinler kelime kelime incelenmiş, anlamları tahlil edilmiş, eleştirilmiş ve çağın ilmî ihtiyaçlarına hitap edecek biçimde yeniden yorumlanarak zenginleşmiştir.
Şerh faaliyetlerinin kurumsallaştığı ve belirleyici mahiyet kazandığı h. 7-13. (m. 13-19.) yüzyıllar arası, İslam ilim geleneğinde “İkinci Klasik Dönem” olarak adlandırılabilecek bir safhaya tekabül eder. Bu dönemde şerh ve haşiye yazımlarının müstakil telif yazımlarının önüne geçtiği görülmektedir. Bunun başlıca sebeplerinden biri, bu dönemde ilgili ilimlerin teşekkül ve sistematik gelişim evrelerini tamamlayarak belirli bir olgunluk safhasına ulaşmış olmasıdır. Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra yaşanan sancılı süreçlere verilen entelektüel tepkiler, zamanla dil ilimleri ve dinî ilimlerin teşekkülüyle neticelenmişti. Müslümanların farklı din ve kültürlerle yaşama tecrübesi ve 2. (8.) yüzyıldan itibaren Antik Yunan mirasıyla karşılaşmaları ilimlerin gelişim süreçlerini hızlandırmıştır. Bu süreç, yaklaşık 5. (11.) yüzyılın sonlarına kadar uzanan Birinci Klasik Dönem boyunca çok yönlü fikrî hesaplaşmalara sahne olmuştur. İkinci Klasik Dönem’e gelindiğinde ise artık ehl-i hadis ile ehl-i rey, nahivciler ile mantıkçılar, kelamcılar ile felsefeciler ve sufiler ile fukaha arasındaki temel gerilimler İslam düşüncesinin seyrini belirleme gücünü kaybetmiş, bunun yerini uzlaştırıcı yaklaşımlar ve kuşatıcı terkipler almıştır. Bu uzlaşı ve terkip dönemine yön veren klasik metinler ve bunların tehzîb, tertîb ve ihtisâr edilmiş yoğun içerikli versiyonları, mensup oldukları ilim geleneklerinin serencamını özlü olarak yansıtmış ve bu yönleriyle şerh faaliyetlerine sağlam bir zemin hazırlamıştır.
Genel olarak İkinci Klasik Dönem’in özelde ise bu döneme yön veren şerh faaliyetlerinin ilerlemeci bir bakış açısıyla ele alınması, tarihî gerçeklikten kopuk indirgemeci tahlillere yol açmıştır. Kanaatimizce İkinci Klasik Dönem’de ivme kazanan şerh geleneğinin “özgün düşüncenin bitmesi” ve “gerileme” gibi saiklerle açıklanması, karmaşık tarihî ve ilmî süreçlerin tahliline odaklanmayan yüzeysel değerlendirmelerin bir sonucudur. Aslına bakılırsa şerhçiliğin müstakil telif yazımının önüne geçmesi, geleneksel ilimlerin belli bir paradigma dahilinde mütekâmil hale geldiğine, bunların İslam toplumu ve düşüncesi için sunduğu imkânların artık sınırlarına dayandığına işaret etmektedir. Paradigmatik dönüşümleri mümkün kılacak şartların henüz olgunlaşmadığı bir dönem için müstakil telif eksikliğini vurgulayarak şerh geleneğini küçümseyen söylemler geliştirmek isabetli bir yaklaşım değildir. İkinci Klasik Dönem itibariyle geleneksel dil ilimleri, dinî ilimler ve metafizik, kendi bağlamları ve sorunsalları doğrultusunda kuramsal yapılarını inşa etmiş bulunuyordu. Bu nedenle İkinci Klasik Dönem’deki şerh faaliyetleri geleneksel ilimlerin teşekkül, gelişim, olgunlaşma ve açımlanma aşamalarının sonuncusunu temsil eder. Bu noktada gerek şerh ve haşiyelerin birbirinin tekrarı olduğu ve özgünlük içermediği yönündeki söylemler gerekse bunların belki bugünün sorunlarını bile çözebilecek âdeta sihirli birer değnek oldukları yönündeki söylemler ilmî bir değeri haiz değildir. İkinci Klasik Dönem şerh-haşiye geleneğinin, olumlayıcı ya da olumsuzlayıcı sathî genellemelerle değil, bilimsel bir yaklaşımla ele alınması bir gerekliliktir.
Benim bir dönem tefsir şerh-haşiye geleneği ile iştigal etmemin gerisinde bu yöndeki mülahazalarım yatıyor. Geçmişte okumalarımı yoğunlaştırdığım el-Keşşâf literatürü özelinde söylenirse, el-Keşşâf çizgisinde yazılan müstakil telif tefsirlerin el-Keşşâf veya Envârü’t-tenzîl üzerine yazılan şerhler kadar katkı sunduğunu söylemek mümkün değildir. Aynı yöntemler kullanılarak yazılan müstakil telifler kaçınılmaz olarak tekrarları beraberinde getiriyor. Buna karşılık şerh formu tekrara düşmeden sadece katkıları sunma imkânı tanır. Özellikle el-Keşşâf ve Envârü’t-tenzîlliteratürleri dikkate alındığında, ana akım geleneksel tefsir faaliyetinin potansiyelini en mütekâmil haliyle tefsir şerhlerinde gösterdiği söylenebilir. Öte yandan müstakil telif anlamında Fahreddin er-Râzî’nin et-Tefsîru’l-kebîr’inin geleneksel tefsir yöntemlerinin tatbiki noktasında aşılması güç bir konumda bulunduğu da teslim edilmelidir.
Neticede geleneksel tefsirin sınırları çerçevesinde bakıldığında İkinci Klasik Dönem’de yazılan tefsir şerhlerinin önemli bir yerde durduğu açıktır. Bundan yaklaşık 10 yıl önce el-Keşşâf literatürü üzerine çalışmalarımı sürdürürken, şerh literatürüyle ilgili genel söylemlerin yerini bilimsel açıklamaların alması için tenkitli neşir faaliyetlerinin hayati önem arz ettiğini fark etmiş ve bu minvalde bazı çalışmalar da yapmıştım. Bu yöndeki kanaatlerim TDV İslam Araştırmaları Merkezi’nin İkinci Klasik Dönem Projesi’nin hedefleriyle örtüşünce, İSAM’da tefsir şerh geleneği adına bir başlangıç olarak, Çârperdî’nin Tetimmetü’l-Keşşâf adlı kurucu nitelikteki el-Keşşâf şerhinin neşir projesi başlatıldı. Eser bir ekip çalışmasıyla meşakkatli bir sürecin sonunda 12 cilt olarak neşre hazırlandı. Çift katmanlı sayfa tasarımı ile hazırlanan neşrin içerisinde el-Keşşâf metnine de yer verildi. Bu şerh klasiğinin ilk defa yapılan tahkikli neşri, tefsir şerh ve haşiyeciliği alanındaki daha başlangıç düzeyinde olan akademik çalışmalara önemli katkılar sunacaktır.

Fahreddin el-Çârperdî ve Şerhin Yazım Süreci
Tebriz yakınlarındaki Çârperd köyünde, Bağdatlı İsmail Paşa’nın bildirdiğine göre (1) 664 (1265-66) yılında doğan Fahreddin Ebü’l-Mekârim Ahmed b. Hasan b. Yûsuf doğduğu köye nispetle Çârperdî adıyla meşhur olmuştur. Çoğu biyografi yazarına göre 746 (1346) yılında vefat etmiştir. Çârperdî’nin yaşadığı dönemde Tebriz, Moğol hükümdarı Hülâgû’nun kurduğu İlhanlılar devletinin siyasî merkeziydi. İlhanlı yöneticilerin âlimleri himaye konusunda istekli oluşu ve âlimlerin İlhanlıları İslamlaştırma gündemi şehri aynı zamanda bir ilim merkezi haline getirmişti. Beyzâvî de 680 veya 681 (1281-82) yılında Şiraz’dan Tebriz’e gelerek hayatının son on yılını bu şehirde geçirmiştir. (2) Çârperdî bu on yıllık dönemde yirmili yaşlarındayken Beyzâvî’nin talebesi olmuştur. Çârperdî’nin tefsire yönelmesi ve özellikle de el-Keşşâf üzerinde yoğunlaşmasında Beyzâvî’nin önemli ölçüde etkisi olduğu tahmin edilebilir.
Çârperdî’nin el-Keşşâf şerhinin serüveni el-Keşşâf metninin hamişine düştüğü notlarla başlamıştır. O, kendi el-Keşşâf nüshası üzerine muhtemelen tedris faaliyetlerinde de kullanmak üzere notlar düşmekteydi. Daha sonra bu notlar talebelerinin de ısrarıyla (3) tertip edilip geliştirilerek el-Keşşâf’ın tamamının şerh edildiği müstakil bir esere dönüşmüştür. Çârperdî eserin müsveddelerini tamamladıktan sonra tebyize girişmiş fakat bunu ancak Bakara 197. âyete kadar sürdürebilmiştir. Bir el yazmasındaki notlardan anlaşıldığı üzere, (4) eserin bundan sonraki kısımları öğrencileri tarafından müellifin müsvedde nüshasından yazılmıştır. Şârihin gözden geçirme fırsatı bulamadığı bu sonraki kısımlarda tekrarlara ve tashihe muhtaç ibarelere rastlanabilmektedir.
Çârperdî’nin el-Keşşâf şerhini ne zaman tamamladığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak el-Keşşâf nüshasının hamişine düştüğü müsvedde notlarını içeren bir nüsha 734 tarihlidir. (5) Ayrıca, 735 yılından önce tamamlandığı bilinen (6) Şerefeddin et-Tîbî’nin (ö. 743/1342) Fütûhu’l-gayb adlı el-Keşşâf şerhinde Çârperdî şerhinden istifade edildiği tespit edilmiştir. (7) Çârperdî şerhinin temize çekilmiş hali olmasa da en azından müsvedde halinin bu tarihten önce tamamlanmış olması beklenir. Tetimmetü’l-Keşşâf’tan önce el-Keşşâf üzerine yazılan eserler ya muhtasar formatındadır ya da açıklamadan ziyade eleştiriyi -özellikle de Mu‘tezile eleştirisini- merkeze almıştır. (8) Şu durumda bu eser el-Keşşâf’ın tamamını kapsayan, kelamî konularda eleştirinin öncelenmediği ve doğrudan açıklama maksadıyla yazılmış ilk şerhtir.

Tetimmetü’l-Keşşâf ve Metodolojik Yapısı
İslam ilim tarihinde şerh edilmeye uygun klasiklerin yazılmaya başlandığı dönemler ilimden ilme farklılık göstermiştir. Mesela nahiv ilminin en temel klasiği olan el-Kitâp henüz 2. (8.) yüzyılda kaleme alınmış ve takip eden yüzyılda bu eser üzerine şerh yazımları başlamıştır. Tefsir literatüründe ise şerh geleneği oldukça geç bir dönemde, 7. (13.) yüzyılın sonlarından itibaren Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) el-Keşşâf’ı üzerine yazılan şerhlerle teşekkül etmiştir. el-Keşşâf’tan önce yazılan birkaç tefsir şerhi bir yana konulursa, bu eserin tefsirde şerh-haşiye geleneğine kaynaklık ettiği söylenebilir.
İki yıllık yazım sürecinin ardından 528 (1134) yılında tamamlanan el-Keşşâf, o dönemde özellikle Hicaz ve Hârizm bölgelerinde etkili olan Mu‘tezile çevrelerinde büyük heyecan uyandırmıştır. Mu‘tezile’nin yorum ilkelerinin tavizsiz bir şekilde tatbik edilmesinden dolayı eser başlangıçta Ehl-i sünnet çevrelerinde aynı ilgiyi görmemiş, bununla da ilişkili olarak, Mu‘tezile’nin etkisini kaybettiği bir buçuk asırlık süreçte el-Keşşâf üzerine birkaç istisna dışında çalışma yapılmamıştır. Ehl-i sünnet ulemasının el-Keşşâf’a yönelik bu temkinli tutumu 8. (14.) yüzyılın başlarından itibaren kırılmış ve eser büyük teveccüh görmeye başlamıştır. Bu kırılmanın bir sebebi, Ehl-i sünnet çevrelerinde etkili bir âlim olan Beyzâvî’nin (ö. 691/1291-92) Envârü’t-tenzîl adlı tefsirinde el-Keşşâf’ı, i‘tizâlî içeriğini dönüştürmek kaydıyla, düzenli olarak karşılaştırmaya imkân verecek ve dahası birçok yerde ihtisar algısı oluşturacak şekilde esas almış olmasıdır. Beyzâvî’nin bu tercihi, el-Keşşâf’ın özellikle dilbilgisi ve belagat yöntemlerinin Kur’an tefsirinde tatbik edilmesi konusunda vazgeçilmez bir kaynak olduğunu teyit etmiştir. Beyzâvî sonrasında el-Keşşâf üzerine, eserin i‘tizâlî muhtevasını eleştirmekten ziyade açıklama maksadının öne çıktığı şerhler yazılacaktır. Açıklama maksatlı ilk kapsamlı şerhler tam da Beyzâvî’nin uzun yıllar tedris faaliyetlerini sürdürdüğü Tebriz’de kaleme alınmıştır. Beyzâvî’nin talebesi Fahreddin el-Çârperdî bu konuda öncülük eden âlimlerdendir.
Çârperdî eserinin girişinde bu çalışmayı el-Keşşâf için bir “tetimme” olarak kaleme aldığını, el-Keşşâf’ın tartışmalı konularını beyan edeceğini, kelimelerin sözlük anlamlarını açıklayacağını, cümle yapılarını çözümleyeceğini, beyitlerini şerh edeceğini, Ehl-i sünnet’e aykırı görüşlere işaret edip doğruyu ortaya koyacağını, el-Keşşâf’ta terkedilen bazı irap vecihlerinden ve anlam inceliklerinden bahsedeceğini ve zikredilmiş olan kıraatler arasında yedi kıraate dahil olanları şâz olanlardan ayrıştırıp zikredilmeyen bazı kıraatlere değineceğini belirtmiştir. (9) Bizzat şârihin zikrettiği bu bilgilerin yanı sıra eserin öne çıktığı bir husus, el-Keşşâf metninin farklı rivayetlerini tespit ve bunlar arasında tercih konusundaki katkılarıdır. Bir diğer husus, eserin el-Keşşâf ile Fahreddin er-Râzî’nin et-Tefsîrü’l-kebîr’i arasında bir köprü vazifesi ifa etmesidir. Şârih et-Tefsîrü’l-kebîr’den zaman zaman sayfayı aşan alıntılarla el-Keşşâf metnini Râzî’nin yöntemleri açısından ikmal etmeye özen göstermiştir.
Çârperdî’nin en temel tefsir kaynağı Râzî’nin et-Tefsîr’idir. Düzenli olarak atıf yapılan diğer bir kaynak Vâhidî’nin et-Tefsîrü’l-vasît’idir. Bunlar dışında Ferrâ’nın Meâni’l-Kur’ân’ından Kevâşî’nin et-Tefsîr’ine birçok tefsirden istifade edilmiştir. Çârperdî sözlük bilimi alanında Halil b. Ahmed’den Zemahşerî’ye, nahiv alanında Sîbeveyhi’den İbnü’l-Hâcib’e, belagat alanında Cürcânî’den Sekkâkî’ye, fıkıh alanında ağırlıklı olarak Şâfiî mezhebinin kitapları olmak üzere Mâverdî’den Nevevî’ye birçok âlimin eserlerine başvurmuştur. Tetimmetü’l-Keşşâf’ta hadisler genellikle tefsirler üzerinden nakledilmiştir. Bununla birlikte Sahîhayn, Begavî’nin Mesâbîhu’s-sünne’si ve İbnü’l-Esîr’in Câmiu’l-usûl’ü gibi hadis eserlerine de başvurulmuştur. Kıraat konularında Ebû Ali el-Fârisî’nin el-Hücce’si en fazla başvurulan kaynaktır. Bunun yanı sıra Dânî’den Secâvendî’ye birçok kıraat âliminin eserlerine atıflar yapılmıştır. Çârperdî kelam tartışmalarına fazlaca girmediğinden bu alanda bir kaynak havuzu tespit edilememiştir. Mu‘tezile eleştirisi kapsamında İbnü’l-Müneyyir’in el-İntisâf adlı eserine birkaç atıfta bulunulmuştur.
Çârperdî’nin Tetimmetü’l-Keşşâf’ı ilk tam ve kapsamlı şerh olarak el-Keşşâf şerh-haşiye geleneğinin en temel kaynaklarından biri olmuştur. Birçok el-Keşşâf şerhinde ona düzenli olarak atıflar yapılır. Eser Fâzıl el-Yemenî, Tîbî, Sirâceddin el-Kazvînî ve Bâbertî gibi önemli şârihlerin temel kaynakları arasındadır. Kemalpaşazâde ve Taşköprizâde gibi nispeten geç dönemdeki şerh haşiyesi yazarlarının da ondan istifade ettiği tespit edilmiştir. (10) Neticede Tîbî’nin Fütûhu’l-gayb’ı ile bu eserin, genelde tefsir şerhçiliği özelde ise el-Keşşâf şerhçiliğinde bir kırılma noktasını temsil ettiği söylenebilir.
Başta muhakkikler olmak üzere neşir ekibinin harcadığı yoğun mesai dolayısıyla söylenecek çok söz var. Ancak sonsöz niyetine şu ifade edilebilir. Zemahşerî 12. yüzyılda el-Keşşâf adlı tefsiriyle İslam ilim geleneğinde müstesna bir çığır açtı. Onun ardından gelen Çârperdî, 13. yüzyılda bu büyük eseri dikkatle okuyarak, notlar alarak ve ilim geleneğiyle irtibatını kurarak Tetimmetü’l-Keşşâf adlı şerhini yazdı. Bizler de 21. yüzyılda Tetimmetü’l-Keşşâf’ı önemsedik, nüshalarını belki de ilk defa derleyip dikkatle inceledik ve nihayet zorlu el yazmalarından süzüp tahkik ederek gün yüzüne çıkardık. Böylece eserin yeniden okunması, gelenekteki yerinin tespit edilmesi ve yorumlanması konusunda önemli bir engel aşılmış oldu.
1- Bağdatlı İsmâil Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn, I, 108.
2- Bu konuda bk. Arıcı, “Bir Biyografinin Yeniden İnşası: Kâdî Beyzâvî, İlişki Ağları ve Eserleri”, (İslâm İlim ve Düşünce Geleneğinde Kâdî Beyzâvî, ed. Müstakim Arıcı, İstanbul: İSAM 2017), s. 46-56.
3- Bundan bizzat Çârperdî bahseder, bk. Tetimmetü’l-Keşşâf, Süleymaniye Ktp., Damad İbrahim 162, vr. 1b.
4- Çârperdî, Tetimmetü’l-Keşşâf, Süleymaniye Ktp., Damad İbrahim 162, vr. 149a.
5- Çorum Hasan Paşa Ktp., nr. 3378.
6- Cemîl Benî Atâ, “Dirâse”, Fütûhu’l-gayb, I, 139-140.
7- Boyalık, el-Keşşâf literatürü, s. 84.
8- Çârperdî öncesi el-Keşşâf literatürü için bk. Boyalık, el-Keşşâf literatürü, s. 43-80.
9- Çârperdî, Tetimmetü’l-Keşşâf, Damad İbrahim 162, vr. 1b.
10- Boyalık, el-Keşşâf literatürü, s. 83-84.
![]() |
M. Taha Boyalık Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Molla Fenârî’nin Aynu’l-Âyân Tefsiri Mukaddimesi (Tahlil ve Değerlendirme)” adlı yüksek lisans tezini ve “Abdülkâhir Cürcânî’nin Sözdizimi Teorisi ve Tefsir Geleneğine Etkisi” adlı doktora tezini hazırladı. Duke Üniversitesi Islamic Studies Bölümü’nde ve Amman Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak araştırmalarda bulundu. Temel ilgi alanları tefsir, belagat, dilbilim, dil felsefesi ve müteahhir dönem İslam düşüncesi olan Boyalık, çalışmalarını 2011 yılından bu yana İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi bünyesinde sürdürmektedir. “Dil, Söz ve Fesahat: Abdülkâhir el-Cürcânî’nin Sözdizimi Nazariyesi” ve “el-Keşşâf Literatürü: Zemahşerî’nin Tefsir Klasiğinin Etki Tarihi” adlı kitaplarının yanı sıra tahkik, tercüme, makale ve bildiri düzeyinde birçok çalışması bulunmaktadır. |
M. Taha Boyalık
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Molla Fenârî’nin Aynu’l-Âyân Tefsiri Mukaddimesi (Tahlil ve Değerlendirme)” adlı yüksek lisans tezini ve “Abdülkâhir Cürcânî’nin Sözdizimi Teorisi ve Tefsir Geleneğine Etkisi” adlı doktora tezini hazırladı. Duke Üniversitesi Islamic Studies Bölümü’nde ve Amman Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak araştırmalarda bulundu. Temel ilgi alanları tefsir, belagat, dilbilim, dil felsefesi ve müteahhir dönem İslam düşüncesi olan Boyalık, çalışmalarını 2011 yılından bu yana İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi bünyesinde sürdürmektedir. “Dil, Söz ve Fesahat: Abdülkâhir el-Cürcânî’nin Sözdizimi Nazariyesi” ve “el-Keşşâf Literatürü: Zemahşerî’nin Tefsir Klasiğinin Etki Tarihi” adlı kitaplarının yanı sıra tahkik, tercüme, makale ve bildiri düzeyinde birçok çalışması bulunmaktadır.