Mahir ve Müdebbir Başkan Mehmet Âkif Aydın
Arzu Güldöşüren
12 Tem, 2024
Mahir ve Müdebbir Başkan Mehmet Âkif Aydın
Arzu Güldöşüren
12 Tem, 2024

Mehmet Âkif Aydın, Tokat’ın Niksar ilçesinde başlayan ilim yolculuğuna İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü ve ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde devam eder. İslamî ilimler alanındaki birikimini geliştirmek için enstitü talebesiyken hadis, tefsir ve fıkıh alanında dersler alır. Enstitüde ve hukuk fakültesinde aldığı eğitimi birleştirerek İslam Hukuku alanında doktoraya başlar. Aynı yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslam Araştırmaları Enstitüsü’ne asistan olarak girer. 1981 yılında Osmanlı Aile Hukuku’na dair çalışmasıyla doktorasını tamamlar. 1983 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde kendisinin de çok önemli bulduğu Hukuk Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar. 1987 yılında doçent, 1993’te profesör olur. Hukuk alanındaki birikimini Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1988-1989) ve Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde (1998-1999) birer yıl misafir araştırmacı olarak daha da genişletir.

Türkiye tarihinin en önemli projelerinden biri olan TDV İslâm Ansiklopedisi’ne başlangıcından itibaren müellif-redaktör ve Fıkıh İlim Heyeti üyesi olarak önemli katkılarda bulunan Aydın, 40 madde veya madde bölümü telif eder, birçok maddenin ilmî redaksiyonunu yapar. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) on yılı aşkın bir süre başkanlık görevinde bulunur (2003-2014). Madde takibindeki sıkı kontrolüyle ansiklopedi ciltlerinin neşrine büyük bir ivme kazandırır.  Yaklaşık on senelik başkanlığı döneminde yirmi sekizinci ciltte başladığı ansiklopediyi kırk dördüncü ciltte tamamlamayı başarır. TDV İslâm Ansiklopedisi’ne hizmetleri sebebiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, “Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet Ödülleri” kapsamında onur ödülüne layık görülür (2014).

Osmanlı hukuk tarihinin en önemli birinci el kaynaklarından olan İstanbul Kadı Sicilleri (40 cilt, İstanbul 2008-2010) onun başkanlığı döneminde İSAM ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. iş birliğiyle hazırlanıp ilim dünyasına kazandırılır. İstanbul’un hafızasını kayıt altına alan Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi (10 cilt, İstanbul 2015) projesinin de yöneticiliğinde bulunur. Türk Tarih Kurumu (1994-2001) ve Yüksek Öğretim Kurulu üyeliği (2009-2013) yapan hocamız halen İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde talebe yetiştirmeye devam etmektedir.

Merhaba Sayın Hocam, isterseniz söyleşimize İSAM’daki serüveninizle başlayalım.  İSAM’la yolunuz ne zaman ve nasıl kesişti?
Merhaba Arzu Hanım. İSAM başkanlığı görevi Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanı olunca teklif edildi. Aynı vakitlerde Balkanlardaki bir üniversiteden de rektör olarak teklif almıştım. Rektörlüğü kabul etmedim, burayı tercih ettim, bu tercihimden her zaman da mutlu olmuşumdur. Şunu da hemen belirteyim ben bundan önce 20 yıla yakın bir zamandır ansiklopedinin işlerinde müellif veya redaktör olarak çalışıyordum.  Bunun için kurumun işleyişine yönelik bir acemilik söz konusu olmadı, diyebilirim. Zaten başkan olduğum zaman sistem oturmuştu. Maddelerin hepsi tespit edilmişti, masalar kurulmuştu. Yirmi yedi tane cilt çıkarılmıştı. Ben yirmi sekizinci ciltle geldim. Esasen yirmi sekizinci cilde gelinceye kadar burada bir birikim, bilgi havuzu oluşmuştu. Hangi maddeyi, hangi müellif daha iyi yazabilir, kimden nasıl bir sonuç alınır, bu belirlenmeye başlamıştı. Zaten başlangıç aşamasında müelliflerden “Hangi maddeyi yazabilirsiniz?” diye madde talepleri toplanmıştı. Herkesin yazdığı maddeler bizdeki dosyalarda belliydi. Mesela M. Âkif Aydın hangi maddeyi yazabilir, şimdiye kadar ne yazmış, o biliniyordu. Dolayısıyla madde siparişleri daha gerçekçi bilgilere dayanarak yapılıyordu. Dolayısıyla benim burada sıfırdan bir şey yapmam söz konusu olmamıştır ama ben ekibin tamamını biliyordum, tanıyordum, birçoğu meslektaşımdı. Tabii İlahiyat Fakültesi’ni eski ismiyle Yüksek İslam Enstitüsü’nü de bitirdiğim ve alan olarak İslam Hukuku ile ilgilendiğim için ilahiyat fakültesinde hoca olanların çoğu benim arkadaşımdı. Belli bir süre Edebiyat Fakültesi İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde asistan olarak çalıştığım için Edebiyat Fakültesi’nde edebiyatçılar ve tarihçiler arasında da çok tanıdıklarım, dostlarım vardı. Sonuç itibariyle ansiklopedinin yürümesinde bir problemle karşılaşmadım, eskisi gibi yürümeye devam etti.

Ansiklopedi ciltlerinin zamanında yayımlanması için size özgü ve oldukça sıkı diyebileceğimiz takip usulünüzle ilgili hayli ilginç hikâyeler dilden dile dolaşıyor. O sıkı takip sayesinde projenin tamamlandığına dair bir kanaat yaygın bu çevrelerde. Bunu nasıl başardınız? Akademisyen müellifleri sıkıştırmak kolay olmasa gerektir.
Haklısınız. Ancak ansiklopedinin zamanında çıkarılması çok önemli bir hedefti bizim için. Elimizde yazarları zorlayıcı çok fazla bir enstrüman da yoktu. Bu yüzden yazarlardan maddeleri zamanında almak o kadar kolay değildi. Bazan hatır ve gönül kullanarak maddeleri yazarlardan almak durumunda kalmaktaydık. Bu noktada müelliflere şükran borcumuz var. Onu belirteyim. Yazarlara yazdıkları madde karşılığında çok önemli bir telif ücreti ödüyor değildik. Ama vakfın gücünün biraz üzerinde ödediğimiz de bir gerçek. İşte bu yüzden de sipariş ettiğimiz maddeleri çok iyi takip etmek gerekiyordu. Ben burada başkanken haftada bir gün mesela perşembe günleri madde takip toplantısı yapılıyordu. Sipariş takip servisinden, ilim heyeti başkanlarından veya üst kuruldan bir iki kişi bulunurdu. Madde sipariş edilirken iki şey söylenir; maddenin hacmi ve kaç kelime olacağı. Bazan büyük maddelerde plan da gönderilir. Bir de ansiklopedinin yayın takvimine göre bir süre belirlenir. Tabii süre verilirken buradaki mutfak çalışmasına da zaman kalacak bir şekilde tayin edilmesi gerekmekte. Burada, mutfakta o maddenin en az iki üç aylık bir hazırlık ve ikmal süresine ihtiyaç vardı. Bu bazan altı ayı da bulabilirdi. Bütün bunlar hesap edilerek ona göre bir süre verildiğinden işte o sürede o maddeyi almak bizim için gerçekten çok zordu. Bu sebeple perşembe günleri süresi gelmiş herkesi arardık. O kadar ki şayet müelliflerimiz vermeleri gereken maddeleri teslim etmemişlerse bizi başkan arayacak diye bilirler ve endişelenirlerdi. Çünkü madde zamanında verilmemişse o hocamızı muhakkak arar ve dünyanın neresinde olursa olsun kendilerini bulurdum. Öyle bir sistemimiz vardı. Enteresan bir olay var onu da müsaadenizle anlatayım. Kıymetli müellifimiz Abdülhamit Birışık yurt dışına çıkmıştı. O dönem Pakistan’da veya Hindistan’da bir süre çalışması gerekti. Oradayken telefon numarası bizde mevcuttu, maddesi gelmemişse kendisine telefonla ulaşıyorduk. Bir keresinde bizde maddesi var, süresi de gelmiş. Ama madde bir türlü gelmiyor. Telefonla da ulaşamaz olduk. Sonra öğrendik ki Abdülhamit Bey oradan Katar’a geçmiş. Bizde Hoca’nın Katar telefonu yok. Muhtemelen Abdülhamit Hoca seviniyordur, başkan beni bulamayacak, diye. Katar’daki Edebiyat Fakültesi dekanı bir hanımefendi bizi ziyarete gelmişti.  O zaman tabii karşılıklı telefonlarımızı almıştık. Ben mecbur kalınca dekan hanımı aradım. Dedim “Bizim Abdülhamit Bey size gelmiş”. “Evet, bize geldi” dedi. “Biz ona ulaşamıyoruz” dedim. “Ben buradaki telefonunu vereyim size isterseniz” dedi. Telefonunu verdi. Ben Abdülhamit Bey’i telefonla aradığımda büyük bir şaşkınlık geçirdi. “Ya Sayın Başkan beni nasıl buldun?” diyerek hayretini dile getirdi. O zaman biz bir slogan geliştirmiştik: “Ver kurtul” diye. Yani madde zamanı gelmişse geri bıraktırmanın hiçbir imkânı yok, verin kurtulun.

TDV İslâm Ansiklopedisi’nin Bağlarbaşı’ndaki ilk binasında ansiklopedi uzmanları çalışırken
(soldan sağa: Ahmet Özel, Nurettin Albayrak, M. Âkif Aydın, Davut Dursun)

Merkezde de çok kaliteli bir ekip oluşturulmuştu. Merkezdeki müellifler bu ansiklopedinin çıktığı süre içerisinde denebilir ki kendi isimleriyle makale, kitap yazamamışlardır. Çoğu kere başkalarının maddelerini düzeltmişler, geliştirmişler ama bunlara kendi isimlerini koyamamışlardır. Yani bir çocuk büyütüyorsunuz ama onu kendinize mal edemiyorsunuz. Bu biraz sıkıntılı bir durum. Bu bakımdan buradaki müellif redaktörler gerçekten büyük bir diğerkâmlık gösterdiler. Bir de madalyonun öbür tarafı var. Biz buradaki müelliflerden de maddeyi zamanında alma konusunda sıkıntı çekiyorduk. Efsane bir yazarımız var. Ondan bahsetmişlerdir tahmin ediyorum diğer arkadaşlar, Ömer Faruk Akün Hoca. Rahmetli Akün Hoca derin bir bilgi birikimine sahip, gerçekten sahasında önemli bir isimdi. Diğer birçok hocamız gibi kendisine de İSAM’da bir çalışma ofisi tahsis edilmişti. Hoca biraz dağınık çalıştığı için odasına girdiğiniz zaman üst üste yığılmış kitaplar, kâğıtlar, gazete kupürleri görebilirdiniz. Orada kendinizi kaybetseniz bulamazdınız. Ömer Faruk Hoca böyle bir insan, çok da titiz. Maddeleri hiçbir zaman vaktinde vermiyor. Biz önemli maddeleri Ömer Faruk Hoca’ya sipariş etmişiz. Gerçekten şimdi ansiklopedide hiç eskimeyen bazı maddeleri o yazmıştır. Fakat Hocanın maddeleri zamanında vermesi mümkün olmamıştır. Bütün başkanlar Hoca ile madde teslimi konuşunda sıkıntı yaşamıştır.

Ben başkan olduğum zaman Ömer Faruk Hoca beni ziyarete geldi. “Akifçiğim, benim yönetim nazarında sicilim biraz bozuktur” dedi. Tayyar Hoca’yla epey tatlı tartışmaları olmuş. Ona sözlü taahhütte bulunmuş. İşte şunu demiş, bunu demiş. Yazılı taahhütte de bulunmuş. Hoca hiçbirisini yerine getirmemiş. Onu takip etmek başlı başına bir işti.  Hocayla ilgili çalışma takviminin nasıl ilerlediğini bilmemiz bakımından son derece önemli bir anekdot anlatayım. Hoca bir gün beni aradı -cuma günü arıyor öğleden sonra ikindide zannediyorum- “Akifçiğim, ben bugün maddeyi vereceğime söz vermiştim.” Evet hatırladım. Hoca beni saat 6 civarında aradı. Nereden hatırladım, şuradan hatırladım, “Şimdi zaten sipariş takip servisi gitmiştir” dedi. Sipariş servisi o saatlerde kapanıyor. Hoca çalışıyor burada hâlâ, biz de çalışıyoruz. “Yarın versem olur mu?” dedi. “Hocam artık bugünün bir faydası yok, yarın olsun” dedim. Peki deyip teşekkür etti. Bu konuşmayı yapmamızın üzerinden iki ay geçmiştir ve Hoca bize o maddeyi hâlâ vermemiştir. Artık ansiklopedinin sonuna yaklaşınca hocaya madde sipariş etmemeye başladık. Niye? Açıkçası ben korktum, çünkü hoca iki gün oturarak çalışıyor. Hocanın damar tıkanıklığı olur bir şey olur, başına bir şey gelir vicdan azabı çekerim, diye. Hocayla ilgili son bir anekdotu anlatayım. Ömer Faruk Hoca yaşlı bir insan. Kadıköy’de oturuyordu, Moda’da. Biz hocaya kolaylık olsun diye sabahleyin arabayla alır akşamleyin de evine teslim ederdik. Hoca fevkalâde nazik bir insan, her seferinde biraz mahcup “Akifçiğim çok zahmet oluyor, masraf oluyor” derdi. Ben de o zaman derdim ki “Hocam bu dükkânın kapısı günde kaç lirayla açılıyor siz biliyor musunuz? Siz bize bir maddeyi geciktirince bizim masrafımız esas ondan artıyor. Maddeleri zamanında verin ben sizi helikopterle getirir götürürüm.”  Böyle hoş atışmalarımız oluyordu.

Teknik konularda döneminizde ne tür yenilikler yapıldı, onlardan da bahseder misiniz?
Ansiklopedinin hazırlanması sırasında teknik bazı özelliklerini de geliştirdik. Ben başkan olmadan önce film masraflı oluyor, diye aydınger kullanılarak metinler baskıya gönderiliyordu.  Bu fevkalâde mahsurlu bir usuldü. Yayın müdürlüğünün karşı çıkmasına rağmen bu kadar büyük bir çalışmada bu masraf göze batmaz, diye filme geçtim. Sonra Türkiye’nin en iyi matbaalarından Mas Matbaası var. Orada çalışan bir mühendisle dostluk kurduk, ona rica ettim. Onu Ankara’ya Diyanet matbaasına götürdük. Mühendis Bora Bey gerçekten çok iyi bir matbaacıydı. Diyanet Vakfı matbaasının makinelerini, baskı tekniklerini baştan sona inceledi. Hatta onlara bir de brifing verdi, baskıyı nasıl güzelleştirirsiniz, diye. Ansiklopedinin görüntülerinin belirlenmesinde görüntü servisinin çok önemli bir yeri vardı. Dolayısıyla bizim filme geçmemiz, görüntü servisi üzerinde biraz daha dikkatli durmamız, görüntü ve baskı bakımından ansiklopedinin daha da güzelleşmesine sebep oldu. Yirmi sekizinci ciltten sonraki baskılar bu bakımdan daha iyidir.

Başkanlığınız sırasında ansiklopedi çalışmalarına önemli bir gelir kaynağı buluyorsunuz, bu nasıl gerçekleşti?
Tabii bütün bu çalışmaları yapmak çok ciddi bir masraf. Beklemediğimiz yerden bir imkân doğdu. İSAM’da başkan olarak çalışırken bir dönem Yükseköğretim Kurulu üyeliğinde de bulundum. Orada Naci Ağbal’la -Maliye Bakanı Müsteşarı sonra Merkez Bankası Başkanı oldu- beraber çalıştık. Naci Bey çok kültürlü, ilme son derece önem veren bir insan. YÖK’teki büyük masanın etrafında yan yana da oturuyorduk. Benim burada çalıştığımı bildiği için bazan konuşuyoruz. Bir keresinde “Hocam masraflar nasıl oluyor? Vakıftan sıkıntı var mı?” diye sordu.  “Vallahi, dedim zaman zaman sıkışıyoruz.” Gerçekten maaş artış zamanlarında bizim vakıfla ciddi müzakerelerimiz olurdu. Ben başkan olmadan önce müellif olarak İSAM’da çalışırken de genel toplantılarda maaş artış dönemlerinde bu konu konuşulurdu. O zaman daha çok Tayyar Bey’le pazarlıklarımızı yürütürdük. Naci Bey dedi ki “Hocam size maliyeden destek olalım.” Ben duyduklarıma ilk nazarda inanamadım, dedim ki “Naci Bey ciddi mi söylüyorsunuz?” “Hocam, Maliye Bakanı Müsteşarı söylüyor bunu size, ne demek ciddi mi?” O bize yol gösterdi gerçekten hemen o yoldan maliyeye başvurduk. Böyle bir kalem varmış zaten maliyenin çeşitli derneklere, kültür faaliyetlerine destek olması için. Tabii bizim adımıza Diyanet Vakfı başvurdu. Diyanet Vakfı’na her sene ciddi bir destek geldi oradan. İşte o benim YÖK üyeliğimin böyle bir bereketi oldu. Buradan da Naci Bey’e teşekkürlerimi sunmak isterim.

Ansiklopedinin internetten erişime açılma sürecinde oldukça ısrarcısınız, biraz da bundan bahseder misiniz?
Benim şahsi kanaatim Diyanet Vakfı’nın bugüne kadar yaptığı en hayırlı işi İSAM olmuştur. Bugün hangi düşünceden olursa olsun kalem oynatan yazar, ilim adamı, gazeteci, yani tüm entelektüellerin en çok yararlandıkları kaynak İslâm Ansiklopedisi ve İSAM Kütüphanesi olmuştur. Zaman zaman yukarıda saydığım bu insanların televizyonlarda kendi çalışma mekânlarında çekilmiş resimlerini görürüm. Dikkat ederim, arkasındaki kütüphanelerde ne tür kitaplar var, diye. Hiç ümit etmediğiniz kimselerin arka planında İslâm Ansiklopedisi’nin ciltlerini görürsünüz. Bu bakımdan İslâm Ansiklopedisi son derece önemli bir projedir.

Ansiklopedi 44 ciltte bittiği zaman İSAM’da şöyle bir düşünceyi tartıştık. Ansiklopedinin bütününe yönelik bir kampanya yapsak da toptan bir satış yapıp vakfın biraz geliri olsa mı acaba? Ben o zaman hep aksini savundum. Dedim ki Türkiye Diyanet Vakfı buraya çok önemli kaynak ayırdı ama bu milletin verdiği yardımlarla oldu. Biz milletten aldığımızı yine millete verelim, bunu satmanın peşine düşmeyelim, internete açalım. Diyanet Vakfı da bu görüşü kabul etti ve biz internete açtık. İnanılmaz ilgi gördü. Yani ne kadar iyi propaganda yaparsanız yapın ansiklopedi nihayet birkaç yüz bin daha satardı. Şimdi milyonların üzerinde bir kopyalanması oldu ansiklopedinin. Benim çalışma odamda ansiklopedinin bütün ciltleri var. Fakat internetteki nüshaya ulaşmak daha kolay geliyor. Ansiklopediye ihtiyaç duyduğumda kalkıp kütüphanemden basılı nüshayı almak yerine internetteki nüshadan yararlanmayı tercih ediyorum. Zannederim internete ulaşma imkânı olan herkes öyle yapıyordur. Bu bakımdan ansiklopedi gerçekten son derece önemli bir hizmet görmüştür.

Döneminizde önemli arşivler ve külliyatlar da İSAM çatısı altında yayımlanıyor, bunlar için nasıl çalışmalar yürüttünüz?
İSAM Kütüphanesi’ne de bir birtakım koleksiyonları kattık. Ben hukuk tarihiyle ilgilendiğim için Tayyar Altıkulaç Bey’in başkanlığı zamanında Şer‘iyye Sicilleri Arşivi’nde bulunan kadı sicillerinin alınmasını ısrarla ondan rica ettik, Hoca ikna oldu sağ olsun. İstanbul Müftülüğü ile aynı yerde bulunan Şer‘iyye Sicilleri Arşivi’nden on bin tane kadı sicilinin mikrofilmleri buraya alındı. Masraflarını Diyanet Vakfı üstlendi. O büyük bir zenginlik oldu.  Şer‘iyye Sicilleri üzerinde çalışmak isteyen tarihçiler İSAM’a gelip bilgisayarın başına oturunca İstanbul Şer‘iyye Sicilleri’ne ait on bin defteri kolaylıkla tarama imkânına sahip oldular. Bu çok büyük bir kolaylık oldu. Benim dönemimde de Milli Kütüphane’de bulunan İstanbul dışındaki mahkeme defterlerinin mikrofilmlerini çektirmeye gayret ettik. O zaman kültür müsteşarı bize çok yardımcı oldu. Kültür Bakanlığı’nın izin vermesiyle masraflarını Diyanet Vakfı üstlenerek, Milli Kütüphane’de bulunan Anadolu’daki şehirlere ait on bin kadar mahkeme defterinin de mikrofilmleri çekildi. Böylece bütün Türkiye’de bulunan kadı sicillerinin mikrofilmleri İSAM’da bir araya getirilmiş oldu ki bunun bana verdiği mutluluğu anlatamam. Onu takip eden dönemde Osmanlı coğrafyasındaki mahkeme defterlerini toplamaya da çalıştık. Bir kısmını bağış olarak aldık. Mesela Bosna-Hersek, diğer bazı Balkan şehirlerinin sicilini, Şam sicillerini. Bir kısmını da parayla satın aldık. Mısır’ı da almayı çok arzu ettik hatta Mısır’da o zamanki Müftü Ali Cuma Bey bize yardımcı olmaya çalıştı ama alamadık maalesef. Zaman içerisinde çeşitli Balkan ülkelerindeki mahkeme defterlerinin bir kısmının elektronik kopyaları yayımlanmaya başlayınca onlar da toplanmaya çalışıldı. İSAM Kütüphanesi’nin çok aktif bir kadrosu var. Onlar şimdilerde bu yayınları takip ediyor ve yayımlandıkça bizim koleksiyonun eksiklerini tamamlıyorlar. Yani şu anda Osmanlı mahkeme defterleri serisi büyük ölçüde bizim ansiklopedi kütüphanesinde araştırmacıların istifadesine sunulmuştur.

Bu güzel sohbet için teşekkür ederiz, sağlıkla ve afiyetle nice çalışmalara imza atmanız dileğiyle.
Ben teşekkür ederim.

İSAM Bülteni‘ne

Abone Ol!

İSAM Bülteni‘ne

Abone Ol!