Merkezî İslam Coğrafyası’nın Yok Olan Kültürel Mirası
Cengiz Tomar
30 Kas, 2024
Merkezî İslam Coğrafyası’nın Yok Olan Kültürel Mirası
Cengiz Tomar
30 Kas, 2024

Asya, Afrika ve Avrupa’nın kesiştiği, “Eski Dünya” olarak adlandırılan Merkezî İslam Coğrafyası (Ortadoğu), insanlık tarihinin en köklü medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır.  Sümerler, Hititler, Asurlular, Bâbilliler, Grekler ve Romalılar gibi büyük uygarlıkların izlerini taşıyan bu bereketli topraklar; Akdeniz havzasının, Mezopotamya’nın, Bereketli Hilal’in ve Nil Vadisi’nin bir parçasıdır. Tarih boyunca sayısız medeniyetin doğuşuna ve gelişimine tanıklık eden bu bölge, İslam medeniyetinin filizlenmesiyle birlikte daha derin bir anlam kazanmıştır. Bölgenin önemi yalnızca kadim uygarlıkların beşiği olmasından ileri gelmez. Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık yüzde altmışının mensubu olduğu İbrâhimî dinlerin doğum yeri olması, bu topraklara ayrı bir manevi kutsiyet kazandırmaktadır. Ayrıca tarihî İpek ve Baharat yollarının kesişim noktası olması nedeniyle bölge ticaret ve kültürel etkileşim açısından da benzersiz bir rol üstlenmiştir.

Bu zengin tarihî miras, özellikle 19. yüzyıldan itibaren Batılı araştırmacıların ve arkeologların ilgisinin çekmiş ancak bu ilgi zamanla tarihî eserlerin yağmalanmasıyla sonuçlanmıştır. Nitekim günümüzde New York, Londra, Paris ve Berlin gibi şehirlerdeki dünyaca ünlü müzelerin koleksiyonları Merkezî İslam Coğrafyası’ndan kaçırılan sayısız eserle doludur. Ayrıca özel koleksiyonlarda on binlerce çalıntı eser bulunmaktadır.

1990’lardan itibaren Merkezî İslam Coğrafyası’ndaki son tarihî eserler ve elyazmaları da yağmalanmakla kalmamış aynı zamanda sistematik bir yıkıma maruz kalmıştır. Bu süreç savaşlar ve işgallerin gölgesinde büyüyerek, gözlerimizin önünde devam etmektedir. Irak, Suriye, Yemen ve Filistin gibi kültürel mirasın kalbi olan bölgeler halen bu tahribatın hedefindedir. Merkezî İslam Coğrafyası’nda İslam ve Türk tarihinin yadigârları, nişâneleri ve tapuları olan bu eserlerin tahrip olması aynı zamanda bölgedeki tarih ve kültürümüzün de yok olması anlamına gelmektedir.

Yağmalanan Coğrafyamız

Irak:

Kronolojik olarak Irak’la başlayalım. 10.000’in üzerinde kültürel miras sahası bulunan Irak; Sümer, Akkad, Babil, Asur, Partlar’a ait arkeolojik eserlerin yanı sıra Bağdat, Basra, Kûfe, Kerkük ve Musul gibi Ortaçağ İslam tarihinin en önemli medeniyet merkezlerinden biri olmuştur.  Ancak bu köklü tarih 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte ağır bir darbe almıştır. İşgalle birlikte nadir elyazmaları barındıran kütüphaneler sistematik bir şekilde yağmalanmıştır. Ortaçağ’da Moğolların gerçekleştirdiği yıkımın ardından ikinci defa 21. yüzyıl başlarında onlarca yazma eser kütüphanesi yağmalandı. Bağdat kütüphanelerinden yalnızca biri, fedakâr müdürü ve çalışanları tarafından istilacı-yağmacılardan kurtarılabildi. Bu kütüphanede bulunan 85.000 civarındaki nadir eser arasında Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan tarafından kütüphaneye bağışlanan çok değerli müzehhep tarihî mushaflardan biri de bulunmaktaydı.

Irak, Sâmerrâ, el-Askerî Camii

Irak’taki yağmalamalar sadece Bağdat’la sınırlı kalmadı. 2006 yılında el-Kâide, Sâmerrrâ’da Şiîler tarafından kutsal kabul edilen el-Askerî Camii’ni bombaladı. 2014 yılında DEAŞ Tikrit’te haziresinde sahabe kabirlerinin de bulunduğu el-Erbaîn Camii’ni ve 700 yılında inşa edilen Yeşil Kilise’yi havaya uçurdu. Aynı yıl Musul’da Hz. Yunus’a ait olduğuna inanılan tarihî türbe yer ile yeksan edildi.

2015 yılı Irak’ın kültürel mirası açısından tam bir felaket yılı oldu. Irak’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan dört bölgesinden biri olan Hatra Antik Kenti tahrip edildi. 2300 yıllık bir geçmişi olan; tapınak ve hamamlarıyla meşhur şehir buldozerlerle yıkıldı. Mezopotamya medeniyetinin en seçkin örneklerinden olan ve Musul’a 30 kilometre mesafedeki Nemrut (Kalhu) DEAŞ tarafından yerle bir edildi. Çok önemli eserlerin yer aldığı Musul Müzesi’nde pek çok nadide eser tahrip edildi. İslam öncesi ve sonrasına ait binlerce yazma eser barındıran Musul Kütüphanesi de bundan nasibini aldı ve pek çok elyazması DEAŞ tarafından yakılarak imha edildi. Musul’un batısındaki tarihî Telafer kalesi, tamiri imkânsız bir tahribata uğradı. Bu örnekler Irak’ta tahrip olan veya kaçırılan tarihî mirasın çok küçük bir kısmı. Ancak bu tahribatın gerçek boyutlarını tam olarak tespit etmek hâlâ mümkün değildir.

Suriye:

2011’den bu yana büyük bir iç savaşın yaşandığı, ülkenin yarısının göç ettiği Suriye’de durum (Verimli Hilal) daha da vahimdir. Tahrip edilen ve kaçırılan eserler arasında bize en çok tanıdık gelen hepimizin Hz. Peygamber’in hayatından bildiği, Çağrı filmindeki sahneyle gözlerimizde canlanan, Rahip Bahira hadisesinin yaşandığı Suriye’nin güneyindeki küçük kent Busra’dan başlayalım. Efendimizin bir ticaret kervanıyla daha çocukken geldiği Busra’da, Rahip Bahira tarafından peygamber olacağı keşfedilmişti. Peygamberimizin devesinin ayak izinin korunduğu ve üzerine bir cami yapıldığı (Mebrekü’n-Nâka) ve ayrıca Rahip Bahira’nın kilisesinin bulunduğu Busra, aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nun eyalet başkentiydi. 1980 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren Busra, II. yüzyıldan kalma amfi tiyatrosu ve 13. yüzyılda yapılmış Eyyûb Kalesi ile de tanınır. Savaş öncesinde oldukça iyi korunmuş olan Busra, savaş süresince çok büyük tahribata uğramıştır.

Suriye, Halep, Emevî Camii

Altı bin yıldır kesintisiz yerleşim yeri olan dünyadaki ender şehirlerden Şam (Dımaşk), Emevîlerin (661-750) başkenti olarak tarihte önemli bir yere sahiptir. Eyyûbîler, Memlükler ve ardından Osmanlılar döneminde de Şam-ı Şerif olarak adlandırılan şehir, eyalet başkenti olarak yönetim merkezi vasfını korumuştur. Merkezinde Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı Selimiye Külliyesi ile Muhyiddin İbnü’l-Arabî Türbesi; Kanûnî Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a tasarlattığı ve haziresinde son Osmanlı Sultanı VI. Mehmed Vahdeddin ile son dönem Osmanlı hanedanı üyelerinin yattığı Süleymaniye Külliyesi (Tekiyye Süleymaniye); Osmanlı tipi camileri, mezarlıkları, tıbbiye ve hukuk mektepleri ile tipik bir Memlük-Osmanlı şehridir. Şam’ın tarihî şehir merkezi ve kaleleri nispeten korunmuş olsa da sur içi ve banliyöleri hava saldırılarından dolayı büyük hasar görmüştür. Osmanlılar döneminde İstanbul ve Kahire’den sonra bölgenin üçüncü büyük şehri olan Halep, maalesef Suriye’de en çok yıkıma uğrayan tarihî şehirlerin başında gelmektedir. Halep Kalesi, sur içi, özellikle Halep Kapalı Çarşısı ve Emevî Camii, büyük ölçüde tahrip edilmiş şehrin tarihî dokusu zarar görmüştür.

1980 gibi erken bir dönemde UNESCO Dünya Kültür Listesi’ne giren Palmira (Arapça adıyla Tedmür), Suriye’nin en önemli antik kentlerinden biridir. MÖ 2000’lerden itibaren çöl ortasında ticaret kervanlarının uğrak yeri olan şehir, Romalılar, Bizanslılar ve müslümanlar tarafından kullanılmış, ancak 16. yüzyılda terk edilmiştir. Kalıntıları oldukça iyi korunan Palmira, DEAŞ hâkimiyeti sırasında büyük zarar görmüş ve Suriye rejimi ordusu tarafından ele geçirilerek, kalesi karargâh olarak kullanılmaya başlanmıştır. DEAŞ Palmira’da mozoleleri, sütunları ve kemerleri yağmalamış, tapınakları tahrip etmiştir.

Suriye aynı zamanda bir “kaleler ülkesi” olarak bilinir ve Ortaçağ’dan kalma onlarca kaleye ev sahipliği yapmaktadır. Bu kaleler arasında Haçlılar dönemine ait Hısn Kalesi (Crac des Chevaliers) ve Eyyûbîler dönemine ait Selahaddin Kalesi en dikkat çekici olanlardır. Her ikisi de 2006 yılında Ortaçağ’dan kalma iyi korunmuş kaleler olarak UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne girmiştir. Humus şehri yakınlarındaki, orijinali Arap kalesi olan ve Haçlı Hospitalier (İsbitâriyye) Şövalyeleri tarafından yenilenerek karargâh olarak kullanılan Crac des Chevaliers, dünyada en iyi korunmuş Haçlı kalesi unvanını taşımaktaydı. Arslan Yürekli Richard ile özdeşleşmiş Crac des Chevaliers, iç savaşta ağır hasar gördü; kalenin camisi de yıkıldı. Lazkiye yakınlarındaki Selahaddin (Sahyun) Kalesi ise Bizans, Haçlı, Eyyûbî ve Memlük dönemlerine ait özellikleri barındıran bölgedeki en zarif kaleydi. O da yoğun tahribata uğradı ve yağmalandı.

Gazze:

Merkezî İslam Coğrafyası’ndaki yıkımın en son örneği ise bugünlerde Filistin’de, özelikle Gazze’de yaşanmaktadır. İsrail tarafın katledilen on binlerce masum insanın yanı sıra Gazze’deki kültürel miras da acımasız ve sistematik bir saldırı altında. MÖ 1500’lere kadar uzanan tarihiyle Filistin bütün insanlık tarihi açısından çok kıymetlidir. İslam’dan önce Eski Mısır, Asur, Roma, Ken‘ânîler, Grekler, Yahudiler, Persler ve Nabatîler gibi kadim medeniyetlerin izlerini taşıyan bu bölge; İslam’ın ardından Abbâsîler, Selçuklular, Memlükler ve Osmanlılar gibi İslam medeniyetinin zirve dönemlerine ev sahipliği yapmıştır. Uluslararası hukukun 1972 tarihli Dünya Miras Sözleşmesi ile UNESCO’nun 2003 tarihli Kültürel Mirasın Kasti Tahribatına Dair Bildirgesi gibi düzenlemelere rağmen maalesef bu kıymetli miras İsrail’in bombardımanı altında yok olmaktadır. Tarihe bir not düşmek babında, Irak ve Suriye’den sonra Gazze’de yok olan kültürel mirasımıza bir göz atmak gerekirse, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de 200’den fazla kültürel miras eseri ya tamamen yıkılmış ya da ağır bir şekilde tahrip edilmiştir. Bunlar arasında tarihi MÖ 8. yüzyıla uzanan antik bir limandan, içerisinde binlerce elyazması ve arşiv belgesi barındıran kütüphaneler ve arşivlere, en eski camilerden kadim manastırlara kadar pek çok kültürel miras eseri mevcuttur.  

Bunların en önemlilerinden, Filistin’in en büyük camisi Gazze’de İslam kültür mirasının sembolik eseri, “Büyük Ömerî Camii” bombalanarak tahrip edildiği bütün haber sitelerinde yazıldı. Kudüs’teki Mescid-i Aksâ ile Akkâ’daki Cezzar Ahmed Paşa camisinin ardından Küçük Mescid-i Aksâ olarak da anılan yaklaşık 1400 yıllık bir geçmişe sahip bu cami, bölgeye uzun asırlar boyunca hükmeden Türk devletleri Memlükler ve Osmanlılardan önemli izler taşıyordu. Merkezî İslam Coğrafyası’ndaki bütün Ömerî camileri gibi o da müslümanların tarihsel hoşgörü hikâyesinin bir numunesiydi. Rivayete göre Kudüs’ü anlaşma ile (sulhen) fetheden Hz. Ömer Kıyâme Kilisesi’ni (Kutsal Kabir) gezerken namaz vakti gelmesi nedeniyle namaz kılmak için kendisine bir yer gösterilmesini talep etmiş, Kudüs Patriği Sophronius “burada kılabilirsiniz” deyince Hz. Ömer ona şöyle cevap vermiştir: “Şayet ben burada namaz kılarsam, benden sonra müslümanlar Ömer namaz kıldı diye burayı camiye çevirirler” diyerek Patriğin bu önerisini reddetmiştir. Bunun yerine kilisenin karşısındaki alanda günümüzde Hz. Ömer Camii’nin bulunduğu yerde namazını edâ etmiştir. Bundan sonra kilise etrafından yapılan bütün camilere Hz. Ömer’in bu rivayette anlatılan vizyoner kişiliğine atıfla Ömer camisi adı verilmesi gelenek haline gelmiştir. İşte Hz. Ömer’in bu hoşgörülü davranışına nispetle yıkılmış bir kilise civarına inşa edilen Büyük Ömer Camii maalesef acımasızca tahrip edildi. İşin daha da vahimi caminin kütüphanesi de pek çok değerli el yazmasını barındırmaktaydı. 

Filistin, Gazze, Osman bin Kaşkar Camii

Tabii bunların dışında sayısız tarihî cami ve kilise işgalci İsrail ordusu tarafından tahrip edildi. Bunlar arasında dünyanın en eski üçüncü kilisesi olarak nitelenen ve MÖ 4. yüzyılda inşa edilen Aziz Porphyrius Rum-Ortodoks Kilisesi, Memlükler döneminde 1360 yılında inşa edilen Zafer ed-Demrî Camii, Bilâd-ı Şam bölgesinin (Levant)  en eski kiliselerinden Cibaliye’deki Bizans’tan kalma kilise, Filistin’de inşa edilen ilk hıristiyan manastırı olan ve Hızır Türbesi olarak da adlandırılan Aziz Hilarius Manastırı işgal ordusu tarafından tamamen veya kısmen tahrip edilen ibadet mekânlarından bazılarıdır.

İnsanların en kutsalları olan ibadethanelerin yanı sıra kültürel mirasın önemli bir parçası olan üniversiteler, okullar, kütüphaneler, müzeler ve el yazmaları da bu tahribattan payını aldı. Şüphesi bunlar arasında en acı kayıplar bir daha geri getirilemeyecek olan elyazması ve arşiv belgeleridir. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi işgalcilerin ilk tahrip ettikleri mekânlar toplumun hafızası niteliğindeki arşivler olmuştur. Şehrin son 150 yıllık tarihi ile ilgili çok değerli binlerce belgeyi bünyesinde barındıran Gazze Şehir Arşivi de bundan nasibini aldı. Gazze’deki arkeolojik ve tarihî değeri olan binaların planlarının yanı sıra çok sayıda elyazması arşiv binasıyla birlikte kül oldu. Bu açıdan sicilleri hayli kabarık İsrail askerleri 1948’den bu yana pek çok defa Filistinlilere ait kitap ve elyazmalarını yağmalamışlardı. Gazze’de İsrail saldırıları sonucu yıkılan veya tahrip edilen kütüphaneler arasında Tamari Sabbağ Kütüphanesi, Atâ Çocuk Kütüphanesi, Enaim Kütüphanesi, Gazze Belediye Kütüphanesi, en-Nahda Kütüphanesi, eş-Şuruk Kütüphanesi, Gazze İslam Üniversitesi Kütüphanesi ile İsra Üniversitesi Kütüphanesi sayılabilir. 

Tahrip edilen mekânlar arasında iki önemli müze de bulunmaktadır. Koleksiyonunda antik para ve sikkeler ile tarihî takıların bulunduğu Refah Müzesi ile Ken‘ânîler dönemine kadar uzanan 3000 civarında tarihî eser barındıran el-Karara Müzesi ilk bombalanan yerlerden olmuştur. Ayrıca 13. yüzyıl Memlükler döneminden kalma Memlük Sultanı Baybars tarafından yaptırılan Kasru’l-Bâşa (Paşa Kasrı) Müzesi de zarar gören önemli eserler arasındadır. Bu eser Osmanlılar tarafından kullanıldığı gibi, Napolyon Bonapart’ın 1799’da Mısır’ı işgaline de şahit olmuştur. Filistin’in farklı dönemlerine ait arkeolojik eserler barındıran ve son şekline 17. yüzyılda Osmanlı döneminde kavuşan yapı bu bölgede türünün son örneğiydi ve maalesef o da bu saldırılarda büyük hasar gördü.  

Şehirde İsrail’in saldırıları sonucu pek çok tarihî bina da yıkılmıştır. Bunların en güzellerinden biri 1904 tarihli belediye binası, bir diğeri ise tarihî Derrâc semtindeki 400 yıllık bir geçmişe sahip olan Sibat el-Alemî’dir. Bina, altında koridor bulunan yüksek eyvanları, üst kata çıkışı sağlayan çifte merdiveni ve Sibat Sokağı’nın altından karşıya geçişe imkân veren mahzeniyle tipik bir Akdeniz yapısıydı. Maalesef geleneksel yapı malzemeleriyle Gazze konut mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu bina da İsrail saldırılarında yıkıldı. Yine Memlükler ve Osmanlı döneminin bergüzârlarından ez-Zeytûn semtinde 10 asırlık bir geçmişe sahip es-Samrâ Hamamı İsrail bombardımanı sonucunda yer ile yeksan olmuş durumdadır. Üstelik su dağıtım ve ısıtma sistemleriyle büyük bir arkeolojik değere sahip nadir örneklerden biriydi. Daha acı olan Şucâiyye bölgesinde bizzat kültürel mirasın korunması için çalışan bir kuruluş tarafından kullanılmakta olan Sakka Kültür Mirası Evi’nin saldırılar sonucunda yıkılmasıydı. Osmanlılar döneminde 1661 yılında inşa edilen bina, orta kısmında eyvanlı avlusu bulunan iki katlı yapısıyla Gazze’nin geleneksel konut mimarisinin en önemli temsilcilerinden biriydi. 

Yukarıdaki tüm bu örnekler bölgemizde son dönemlerde yapılan ve halen devam etmekte olan tahribatın sadece bir kısmını yansıtmaktadır. Savaşlar ve saldırılar devam ettikçe, İslam medeniyetinin bu coğrafyadaki izlerinin tamamen silinmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz. Bu durum yalnızca bölge halkı için değil tüm insanlık tarihi açısından büyük bir kayıp olacaktır.

             

İSAM Bülteni‘ne

Abone Ol!

İSAM Bülteni‘ne

Abone Ol!