Air dicincang tidak akan putus.
“Su ne kadar doğranırsa doğransın, asla bölünmez.”
Malay dünyasının tarihsel dokusunu anlatan bu atasözü Malay toplumunun, geniş adalar ve okyanuslarla çevrili olmasına rağmen, tıpkı suyun kesintiye uğramadan akması gibi birbirine kopmaz bağlarla bağlı olduğunu anlatır. Tarih boyunca Hint Okyanusu’ndan Bengal Körfezi’ne, Sumatra’dan Çin Denizi’ne uzanan bu geniş coğrafya, kültürel ve dinî süreklilikle şekillenmiştir. Her ne kadar fiziksel olarak ayrı düşmüş gibi görünseler de bu halklar özlerinde daima birleşik kalmış, dış dünyayla olan tüm etkileşimlerinde derin köklerinden beslenerek zenginleşmiş, kimliklerinden ödün vermemişlerdir.
Bu bağlamda, Malay dünyasının bir parçası olan ve literatürde “Malay Takımadaları” olarak bilinen, bizim ise “Genel Malay Dünyası” adıyla yeniden tanımlamaya çalıştığımız kavramlar sadece coğrafi birer tanımlama değil; aynı zamanda tarihsel, kültürel ve dinî bir medeniyet havzasını ifade eder. Yüzyıllar içerisinde göçlerle, ticaret yollarıyla ve dinî etkileşimlerle şekillenmiş olan bu havza, kendine has bir süreklilik ve bütünlüğü de içinde barındırır.
Denizler ve adalarla çizilen Malay dünyasının sınırları: Güney Afrika’dan başlayarak Madagaskar Adası, Sri Lanka (Ceylon) üzerinden Bengal Körfezi’nin doğu kıyıları (örneğin Myanmar’ın batı sahil şeridi); ayrıca kuzey ve güneyiyle Malaka Boğazı’nı kuşatan Malay Yarımadası ve Sumatra Adaları ile Güney Çin Denizi’nin doğusu ve batısı (Kamboçya az da olsa Vietnam) ile Filipinler Takımadaları; güneyde Sunda Boğazı’nın Sumatra’yla ve Güney Çin Denizi’yle kesiştiği noktadan kuzey ve güney istikametinde Kalimantan (Borneo)-Sulavesi-Maluku Adaları ve Batı Papua ile güneyde Cava, Bali, Lombok, Timor Leste’ye kadar uzanan Sumbawa Adalar topluluğu bu coğrafyanın içerisindedir.
Malakka Boğazı’nın ticari zenginliğini yansıtan 1726 yılına ait bir gravür
Bunun yanı sıra, kimi yaklaşımlara göre Mikronezya olarak bilinen ve Hawai’ye kadar uzanan bölgedeki küçük adalar da bu coğrafi ve kültürel devamlılığın izlerini taşır. “Adalar” kavramının odağında yaşayan bu toplumlar, tarih boyunca gelişimlerini su yolları üzerinden kurdukları etkileşimlerle sürdürmüşlerdir. Bu etkileşimlerde kuzeyde Çin ve bir ölçüde Japonya yer alırken, Batı’da Hint coğrafyası geniş Malay dünyasıyla doğrudan ve karşılıklı ilişkiler kurarak Asya’nın doğu ve güneydoğusunda dinamik kültürel, toplumsal ve ekonomik yapıların oluşumunu sağlamıştır.
Bölgede, medeniyet eksenli kültürel etkileşimlerin Büyük İskender’le başladığı ve bu etkileşimlerin Batı dünyasıyla ilişkilere kapı araladığı söylenebilir. Bu süreçte, Roma İmparatorluğu’nun Pers toprakları ve Arap Yarımadası üzerinden Hindistan ve Çin ile kurduğu ticarî ve kültürel difüzyona dayalı ilişkilerinin, geniş Malay dünyasında derin etkiler bıraktığı anlaşılmaktadır. Malay kadim yazmalarında “İskandar Zulkarnain” (Büyük İskender) atfının yer alması ise bu toplumların ontolojik kökenlerini bu küresel figüre dayandırdıklarını gösteren bir kanıt olarak değerlendirilebilir.
Malay Hikayat Iskandar Zulkarnain (1817) adlı yazma eserden bir görüntü
Roma İmparatorluğu’nun temsil ettiği Batı dünyası, Akdeniz’i de içine alan Arap Yarımadası, İran, Hindistan ve Çin ile bin yılları bulan ticarî faaliyetlerde, Malay Takımadaları’ndan gelen ürünler önemli bir yer tutuyordu. Bölgenin değerli ürünlerinin Çin ve Hindistan’da biliniyor olması ve Batı’da bu ürünlere duyulan talep, Malay dünyasını Batı ile ticarî ve kültürel etkileşimlerde aracı bir rol üstlenmesine neden olmuştur.
Bu erken dönemlerin ardından, İslam’ın bir din olarak Arap Yarımadası’nda neşet etmesi ve süreç içinde doğu coğrafyasına yayılması, geniş Malay dünyası üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. Yukarıda bahsedilen bölgelerarası ilişkiler bu süreçte devam etmiş, Arap denizci ve tüccarları ile İslamî bilimlerin çeşitli alanlarına mensup hocaların Malay Takımadaları’yla temasları, İslamlaşma süreçlerinin tedrici olarak gelişmesine zemin hazırlamıştır. Sahil bölgelerinde doğrudan temasla başlayan İslamlaşma, zamanla yerli müslümanların iç bölgelere ulaşmasıyla farklılaşan İslamlaşma süreçlerine yol açmıştır.
Son bin yıllık süreçte, özellikle 11. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar geçen dönemde, geniş Malay dünyası siyasal, ekonomik ve dinî-kültürel açıdan önemli bir coğrafya olarak öne çıkmıştır. Bu gelişimde çeşitli milletlerden müslüman denizci ve tüccarların Çin-Orta Asya, İran ve Ortadoğu güzergâhında kurdukları ticaret ağları önemli rol oynamıştır. Kara İpek Yolu’nun alternatifi olarak Hint Okyanusu’na dayanan deniz ticareti, Malay dünyasının yükselişini ve kimlik inşasını belirleyen temel dinamiklerden biri olmuştur.
Deniz ticareti, Kızıldeniz, Hürmüz Boğazı, Hint Okyanusu, Malaka Boğazı, Samudra, Cava Denizi ve Çin Denizi güzergâhında ilerleyerek Doğu ile Batı’nın tarihsel buluşma noktalarından birini temsil eder. Fernand Braudel’in “The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age of Philip II” adlı çalışması, denizlerin farklı ulus ve kültürler arasında bağ kurmada ne kadar önemli bir araç olduğunu ortaya koymaktadır. Benzer bir etki, Güneydoğu Asya’da da görülmüş, özellikle Cava ve Çin Denizi’nin yanı sıra Hint Okyanusu’nun bu işlevi daha da güçlü bir şekilde üstlendiği anlaşılmaktadır.
Günümüzde Güneydoğu Asya olarak adlandırılan bölge, yeknesak bir toplum yapısı özelliği sergilememekte; aksine, çok çeşitli halklar, sosyal yapılar, yaşam şekilleri, kültür ve dinleri barındırmaktadır. İslamiyet’in bu unsurlarla ilişkisi ise belli ölçülerde, bölgeden bölgeye farklılık taşır.
Geniş Malay dünyasının siyasal, toplumsal, ekonomik ve dinî-kültürel yapılarının ne anlama geldiğini, tarihin çeşitli evrelerine göre dönemleştirmek suretiyle anlamak mümkündür. Öyle ki, bölgenin modern dönem öncesindeki ilk siyasal yapılarından biri olan Kuzey Sumatra’daki Samudra-Pasai ve Malaka’dan Doğu Adaları’na ve Filipinler’e kadar uzanan irili-ufaklı bağımsız ve birbirine eklemlenmiş site devletleri ile yüksek modernlik ve post-kolonyal süreci, bugüne kadar varlığını sürdürmüş Malay Yarımadası’ndaki sultanlıklar özelinde değerlendirmek gerekir. Açe, Deli, Riau, Johor, Patani, Banten, Demak, Mataram, Sulu gibi sultanlıklar, Malay dünyasının son beş yüz yılında belirleyici siyasî yapılar olarak ortaya çıkmıştır.
Sumatra, Malay Yarımadası, Cava, Mindanao vb. adalarda hâkimiyet süren siyasî yapılar dikkate alındığında bu coğrafyanın, dünya ve bölge tarihi için önemi daha net anlaşılabilir. İslam dünyasının önemli bir parçası kabul edilen Malay dünyası, sahip olduğu doğal ve ekonomik zenginlikler nedeniyle yüzyıllarca Hint, Arap, Pers, Çin dünyası ve Avrupa devletlerinin gündeminde yer almıştır.
Malaya Federasyonu’nun ilk Başbakanı Tunku Abdul Rahman Putra Al-Haj’ın
31 Ağustos 1957’de yaptığı bağımsızlık konuşması
Uzun sömürgecilik döneminin ardından, 20. yüzyılın ortalarında önce Endonezya Cumhuriyeti ve onu takiben Malezya Federasyonu ve Bruney Sultanlığı bağımsızlık sürecine girmiş ve geniş Malay dünyasında ulus-devlet yapılanmasının örneğini oluşturmuşlardır. Ancak Patani, Mindanao ve kısmen Arakan gibi bölgelerdeki müslüman topluluklar, Tayland, Filipinler, Myanmar gibi ulus-devletlerin sınırları içerisinde azınlık olarak varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler. Bunlara ilave olarak Singapur, Kamboçya, Vietnam, Sri Lanka, Madagaskar, Maldivler, Güney Afrika gibi Hint Okyanusu ve Güney Çin Denizi bölgesindeki ulus-devletler bünyesinde de Malay temsiliyetinin olduğunu hatırlatmak gerekir. Modern ulus-devlet yapılaşmasının tüm farklılaştırıcı boyutlarına rağmen, geniş Malay dünyası, “Malay Medeniyeti” başlığı altında önemli bir akademik ve entelektüel alanı temsil eder. Bu yapının dil, din, kültür, siyaset ve ekonomi gibi alt yapılarının geçmiş ve bugün bağlamında, kayda değer araştırma alanları oluşturduğu açıktır.
Yukarıda dikkat çekilen süreçler ve eğilimler, bizlere aynı zamanda Osmanlı-Türk varlığı ile geniş Malay dünyası arasındaki ilişkilerin mahiyetine dair ve “ne olduğu?” konusunda önemli soruları gündeme getirmemizi zorunlu kılıyor. Tarihsel gelişmeleri incelediğimizde, Doğu’da ve Batı’da İslam dünyasının iki önemli coğrafi ve kültürel alanını teşkil eden Türk-Malay ilişkilerini, Osmanlı dönemine ve belki de Selçuklu dönemine kadar götürmek ve irdelemek gerekiyor. Zira bu ilişkileri anlamak, yalnızca Osmanlı devri ile sınırlı kalmamalı; aksine, Selçuklu dönemi itibarıyla kök salmış olan etkileşimlerin izini sürmek gereklidir. Bu bağlamda her iki tarihsel süreci kapsayan akademik ve entelektüel çabalar, bizlere tek taraflı ve dar bakış açılarından ziyade, karşılıklı etkileşimlere dayalı bir yaklaşımın kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Bu ilişkilere dair akademik bir perspektifle yaklaştığımızda, ortada şaşırtıcı bir durumun olmadığını, aksine bu etkileşimin doğal bir tarihsel akışın ürünü olduğunu rahatlıkla fark edebiliriz.
Malay dünyasının yüzyıllar boyunca İslamiyet’in izinde şekillenen bu karmaşık ve zarif dokusu, sadece ticaretin sessiz gemileriyle değil, aynı zamanda inanç ve kültürün görünmez iplikleriyle örülmüştür. Şimdi, bu kadim coğrafyanın bugünkü dünyadaki yeri, İslam’ın ve ticaretin modern küresel düzen içindeki rolü nasıl olacak? Malay halklarının yüzyıllar önce deniz yollarında bıraktığı izler, günümüzün karmaşık ve hızla değişen dünyasında nasıl yankılanacak? Tüm bu sorular, yalnızca geçmişin değil, bugünün de büyük meseleleri arasında yer alıyor. Belki de cevabı yine o suyun akışında, Malay dünyasının derin hafızasında bulacağız.
*Doç. Dr. Mehmet Özay, International Islamic University Malaysia, International Institute of Islamic Thought and Civilisation.
Air dicincang tidak akan putus.
“Su ne kadar doğranırsa doğransın, asla bölünmez.”
Malay dünyasının tarihsel dokusunu anlatan bu atasözü Malay toplumunun, geniş adalar ve okyanuslarla çevrili olmasına rağmen, tıpkı suyun kesintiye uğramadan akması gibi birbirine kopmaz bağlarla bağlı olduğunu anlatır. Tarih boyunca Hint Okyanusu’ndan Bengal Körfezi’ne, Sumatra’dan Çin Denizi’ne uzanan bu geniş coğrafya, kültürel ve dinî süreklilikle şekillenmiştir. Her ne kadar fiziksel olarak ayrı düşmüş gibi görünseler de bu halklar özlerinde daima birleşik kalmış, dış dünyayla olan tüm etkileşimlerinde derin köklerinden beslenerek zenginleşmiş, kimliklerinden ödün vermemişlerdir.
Bu bağlamda, Malay dünyasının bir parçası olan ve literatürde “Malay Takımadaları” olarak bilinen, bizim ise “Genel Malay Dünyası” adıyla yeniden tanımlamaya çalıştığımız kavramlar sadece coğrafi birer tanımlama değil; aynı zamanda tarihsel, kültürel ve dinî bir medeniyet havzasını ifade eder. Yüzyıllar içerisinde göçlerle, ticaret yollarıyla ve dinî etkileşimlerle şekillenmiş olan bu havza, kendine has bir süreklilik ve bütünlüğü de içinde barındırır.
Denizler ve adalarla çizilen Malay dünyasının sınırları: Güney Afrika’dan başlayarak Madagaskar Adası, Sri Lanka (Ceylon) üzerinden Bengal Körfezi’nin doğu kıyıları (örneğin Myanmar’ın batı sahil şeridi); ayrıca kuzey ve güneyiyle Malaka Boğazı’nı kuşatan Malay Yarımadası ve Sumatra Adaları ile Güney Çin Denizi’nin doğusu ve batısı (Kamboçya az da olsa Vietnam) ile Filipinler Takımadaları; güneyde Sunda Boğazı’nın Sumatra’yla ve Güney Çin Denizi’yle kesiştiği noktadan kuzey ve güney istikametinde Kalimantan (Borneo)-Sulavesi-Maluku Adaları ve Batı Papua ile güneyde Cava, Bali, Lombok, Timor Leste’ye kadar uzanan Sumbawa Adalar topluluğu bu coğrafyanın içerisindedir.
Malakka Boğazı’nın ticari zenginliğini yansıtan 1726 yılına ait bir gravür
Bunun yanı sıra, kimi yaklaşımlara göre Mikronezya olarak bilinen ve Hawai’ye kadar uzanan bölgedeki küçük adalar da bu coğrafi ve kültürel devamlılığın izlerini taşır. “Adalar” kavramının odağında yaşayan bu toplumlar, tarih boyunca gelişimlerini su yolları üzerinden kurdukları etkileşimlerle sürdürmüşlerdir. Bu etkileşimlerde kuzeyde Çin ve bir ölçüde Japonya yer alırken, Batı’da Hint coğrafyası geniş Malay dünyasıyla doğrudan ve karşılıklı ilişkiler kurarak Asya’nın doğu ve güneydoğusunda dinamik kültürel, toplumsal ve ekonomik yapıların oluşumunu sağlamıştır.
Bölgede, medeniyet eksenli kültürel etkileşimlerin Büyük İskender’le başladığı ve bu etkileşimlerin Batı dünyasıyla ilişkilere kapı araladığı söylenebilir. Bu süreçte, Roma İmparatorluğu’nun Pers toprakları ve Arap Yarımadası üzerinden Hindistan ve Çin ile kurduğu ticarî ve kültürel difüzyona dayalı ilişkilerinin, geniş Malay dünyasında derin etkiler bıraktığı anlaşılmaktadır. Malay kadim yazmalarında “İskandar Zulkarnain” (Büyük İskender) atfının yer alması ise bu toplumların ontolojik kökenlerini bu küresel figüre dayandırdıklarını gösteren bir kanıt olarak değerlendirilebilir.
Malay Hikayat Iskandar Zulkarnain (1817) adlı yazma eserden bir görüntü
Roma İmparatorluğu’nun temsil ettiği Batı dünyası, Akdeniz’i de içine alan Arap Yarımadası, İran, Hindistan ve Çin ile bin yılları bulan ticarî faaliyetlerde, Malay Takımadaları’ndan gelen ürünler önemli bir yer tutuyordu. Bölgenin değerli ürünlerinin Çin ve Hindistan’da biliniyor olması ve Batı’da bu ürünlere duyulan talep, Malay dünyasını Batı ile ticarî ve kültürel etkileşimlerde aracı bir rol üstlenmesine neden olmuştur.
Bu erken dönemlerin ardından, İslam’ın bir din olarak Arap Yarımadası’nda neşet etmesi ve süreç içinde doğu coğrafyasına yayılması, geniş Malay dünyası üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. Yukarıda bahsedilen bölgelerarası ilişkiler bu süreçte devam etmiş, Arap denizci ve tüccarları ile İslamî bilimlerin çeşitli alanlarına mensup hocaların Malay Takımadaları’yla temasları, İslamlaşma süreçlerinin tedrici olarak gelişmesine zemin hazırlamıştır. Sahil bölgelerinde doğrudan temasla başlayan İslamlaşma, zamanla yerli müslümanların iç bölgelere ulaşmasıyla farklılaşan İslamlaşma süreçlerine yol açmıştır.
Son bin yıllık süreçte, özellikle 11. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar geçen dönemde, geniş Malay dünyası siyasal, ekonomik ve dinî-kültürel açıdan önemli bir coğrafya olarak öne çıkmıştır. Bu gelişimde çeşitli milletlerden müslüman denizci ve tüccarların Çin-Orta Asya, İran ve Ortadoğu güzergâhında kurdukları ticaret ağları önemli rol oynamıştır. Kara İpek Yolu’nun alternatifi olarak Hint Okyanusu’na dayanan deniz ticareti, Malay dünyasının yükselişini ve kimlik inşasını belirleyen temel dinamiklerden biri olmuştur.
Deniz ticareti, Kızıldeniz, Hürmüz Boğazı, Hint Okyanusu, Malaka Boğazı, Samudra, Cava Denizi ve Çin Denizi güzergâhında ilerleyerek Doğu ile Batı’nın tarihsel buluşma noktalarından birini temsil eder. Fernand Braudel’in “The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age of Philip II” adlı çalışması, denizlerin farklı ulus ve kültürler arasında bağ kurmada ne kadar önemli bir araç olduğunu ortaya koymaktadır. Benzer bir etki, Güneydoğu Asya’da da görülmüş, özellikle Cava ve Çin Denizi’nin yanı sıra Hint Okyanusu’nun bu işlevi daha da güçlü bir şekilde üstlendiği anlaşılmaktadır.
Günümüzde Güneydoğu Asya olarak adlandırılan bölge, yeknesak bir toplum yapısı özelliği sergilememekte; aksine, çok çeşitli halklar, sosyal yapılar, yaşam şekilleri, kültür ve dinleri barındırmaktadır. İslamiyet’in bu unsurlarla ilişkisi ise belli ölçülerde, bölgeden bölgeye farklılık taşır.
Geniş Malay dünyasının siyasal, toplumsal, ekonomik ve dinî-kültürel yapılarının ne anlama geldiğini, tarihin çeşitli evrelerine göre dönemleştirmek suretiyle anlamak mümkündür. Öyle ki, bölgenin modern dönem öncesindeki ilk siyasal yapılarından biri olan Kuzey Sumatra’daki Samudra-Pasai ve Malaka’dan Doğu Adaları’na ve Filipinler’e kadar uzanan irili-ufaklı bağımsız ve birbirine eklemlenmiş site devletleri ile yüksek modernlik ve post-kolonyal süreci, bugüne kadar varlığını sürdürmüş Malay Yarımadası’ndaki sultanlıklar özelinde değerlendirmek gerekir. Açe, Deli, Riau, Johor, Patani, Banten, Demak, Mataram, Sulu gibi sultanlıklar, Malay dünyasının son beş yüz yılında belirleyici siyasî yapılar olarak ortaya çıkmıştır.
Sumatra, Malay Yarımadası, Cava, Mindanao vb. adalarda hâkimiyet süren siyasî yapılar dikkate alındığında bu coğrafyanın, dünya ve bölge tarihi için önemi daha net anlaşılabilir. İslam dünyasının önemli bir parçası kabul edilen Malay dünyası, sahip olduğu doğal ve ekonomik zenginlikler nedeniyle yüzyıllarca Hint, Arap, Pers, Çin dünyası ve Avrupa devletlerinin gündeminde yer almıştır.
Malaya Federasyonu’nun ilk Başbakanı Tunku Abdul Rahman Putra Al-Haj’ın
31 Ağustos 1957’de yaptığı bağımsızlık konuşması
Uzun sömürgecilik döneminin ardından, 20. yüzyılın ortalarında önce Endonezya Cumhuriyeti ve onu takiben Malezya Federasyonu ve Bruney Sultanlığı bağımsızlık sürecine girmiş ve geniş Malay dünyasında ulus-devlet yapılanmasının örneğini oluşturmuşlardır. Ancak Patani, Mindanao ve kısmen Arakan gibi bölgelerdeki müslüman topluluklar, Tayland, Filipinler, Myanmar gibi ulus-devletlerin sınırları içerisinde azınlık olarak varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler. Bunlara ilave olarak Singapur, Kamboçya, Vietnam, Sri Lanka, Madagaskar, Maldivler, Güney Afrika gibi Hint Okyanusu ve Güney Çin Denizi bölgesindeki ulus-devletler bünyesinde de Malay temsiliyetinin olduğunu hatırlatmak gerekir. Modern ulus-devlet yapılaşmasının tüm farklılaştırıcı boyutlarına rağmen, geniş Malay dünyası, “Malay Medeniyeti” başlığı altında önemli bir akademik ve entelektüel alanı temsil eder. Bu yapının dil, din, kültür, siyaset ve ekonomi gibi alt yapılarının geçmiş ve bugün bağlamında, kayda değer araştırma alanları oluşturduğu açıktır.
Yukarıda dikkat çekilen süreçler ve eğilimler, bizlere aynı zamanda Osmanlı-Türk varlığı ile geniş Malay dünyası arasındaki ilişkilerin mahiyetine dair ve “ne olduğu?” konusunda önemli soruları gündeme getirmemizi zorunlu kılıyor. Tarihsel gelişmeleri incelediğimizde, Doğu’da ve Batı’da İslam dünyasının iki önemli coğrafi ve kültürel alanını teşkil eden Türk-Malay ilişkilerini, Osmanlı dönemine ve belki de Selçuklu dönemine kadar götürmek ve irdelemek gerekiyor. Zira bu ilişkileri anlamak, yalnızca Osmanlı devri ile sınırlı kalmamalı; aksine, Selçuklu dönemi itibarıyla kök salmış olan etkileşimlerin izini sürmek gereklidir. Bu bağlamda her iki tarihsel süreci kapsayan akademik ve entelektüel çabalar, bizlere tek taraflı ve dar bakış açılarından ziyade, karşılıklı etkileşimlere dayalı bir yaklaşımın kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Bu ilişkilere dair akademik bir perspektifle yaklaştığımızda, ortada şaşırtıcı bir durumun olmadığını, aksine bu etkileşimin doğal bir tarihsel akışın ürünü olduğunu rahatlıkla fark edebiliriz.
Malay dünyasının yüzyıllar boyunca İslamiyet’in izinde şekillenen bu karmaşık ve zarif dokusu, sadece ticaretin sessiz gemileriyle değil, aynı zamanda inanç ve kültürün görünmez iplikleriyle örülmüştür. Şimdi, bu kadim coğrafyanın bugünkü dünyadaki yeri, İslam’ın ve ticaretin modern küresel düzen içindeki rolü nasıl olacak? Malay halklarının yüzyıllar önce deniz yollarında bıraktığı izler, günümüzün karmaşık ve hızla değişen dünyasında nasıl yankılanacak? Tüm bu sorular, yalnızca geçmişin değil, bugünün de büyük meseleleri arasında yer alıyor. Belki de cevabı yine o suyun akışında, Malay dünyasının derin hafızasında bulacağız.
*Doç. Dr. Mehmet Özay, International Islamic University Malaysia, International Institute of Islamic Thought and Civilisation.