“Osmanlı’da Sahaflıktan Kitapçılığa” İsmail E. Erünsal ile Röportaj
Rabia Aydın
13 Eyl, 2024
“Osmanlı’da Sahaflıktan Kitapçılığa” İsmail E. Erünsal ile Röportaj
Rabia Aydın
13 Eyl, 2024

19. yüzyılın ortalarında Osmanlı İmparatorluğu, pek çok açıdan olduğu gibi, kitap dünyasında da büyük bir dönüşüme sahne oldu. El yazmalarının yerini matbu kitaplar alırken, sahaflık mesleği de köklü bir değişim geçirdi. Eski dünyanın el yazmasıyla satır satır dokunmuş kitapları, matbaanın metalik sesiyle yer değiştirirken, sahafların dünyası da bu yeni zamana ayak uydurmak zorundaydı. Sahaflık artık sadece bir zanaat değil, dönüşen bir kimliğin parçasıydı. Bu kimliğin izini sürmek için sayfaları aralayalım; rehberimiz ise, Türkiye’nin en saygın edebiyat ve kültür tarihçilerinden Prof. Dr. İsmail E.Erünsal.

1945 yılında Erzincan Kemaliye’de dünyaya gelen Erünsal, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü(1968) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden(1969) mezun olduktan sonra, Edinburgh Üniversitesi’nde “The Life and Works of Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi, with a critical edition of his Dîvân” başlıklı çalışmasıyla doktor unvanını aldı(1977).

Meydan Yayınevi’nin yayımladığı Meydan Larousse: Büyük Lugat ve Ansiklopedi’sinin Yayın Kurulu’nda bulunurken aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nde başladığı (1977) öğretim üyeliğini 1990 yılına kadar sürdürdü. 1982 yılında doçent, 1988’de profesör oldu. 1990-2006 yılları arasında Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arşivcilik Bölümü başkanlığını yürüttü. 1992-2000 yılları arasında aynı üniversitenin Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde, 1997-2010 tarihleri arasında da Fen-Edebiyat Fakültesi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı.

Kuruluş yıllarından (1981-1982) itibaren TDV İslâm Ansiklopedisi çalışmalarının her aşamasında ve kurumsallaşmasında çok önemli katkılarda bulunan Erünsal; müellif-redaktör, ilim heyeti başkanı ve Ansiklopedi İnceleme Kurulu üyesi olarak ansiklopedi mutfağında hizmet verdi. 59 madde veya madde bölümü yazdı, çok sayıda maddenin ilmî redaksiyonunu yaptı.

Hâlihazırda İSAM Kütüphanesi’nin ilmî danışmanlığını sürdürmekte ve İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmaktadır.

Erünsal’ın araştırmaları, Osmanlı sahaflarının nasıl dönüştüğünü ve matbaanın onlara nasıl yeni bir kimlik kazandırdığını gösterirken, kütüphanelerin yalnızca bilgi depolamakla kalmadığını, aynı zamanda fikirlerin dolaşımını sağladığını da ortaya koyuyor. Erünsal’ın öğrencileri, bu mirası geleceğe taşıyan yeni araştırmalarla onun izinden gidiyor.

Bu röportajda, Prof. Dr. İsmail E. Erünsal ile birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nda sahaflık mesleğinin 18. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar nasıl bir dönüşüm geçirdiğini, Osmanlı sahaflarının sadece birer satıcı değil kitap kültürünü şekillendiren temel unsurlar haline geldiklerini ve bu sürecin imparatorluğun entelektüel ve ekonomik hayatına nasıl yön verdiğini arşiv kayıtları eşliğinde inceleyeceğiz:

Kıymetli Hocam merhabalar! Osmanlı sahaflarının 18. yüzyıl sonlarına kadar daha çok yazma eserlerle ilgilendiğini biliyoruz. Ama 19. yüzyıla gelindiğinde sahaflık nasıl bir değişim geçirdi? Bu dönüşümün arkasında neler var? Özellikle matbu kitapların yaygınlaşması, sahafların hayatını nasıl etkiledi?

Merhabalar, anladığım kadarıyla uzun bir söyleşiye çıkıyoruz. Kitaplar hazırlıklar tamam görünüyor. Efendim meselemize gelince sahaflık geleneksel biçimde 18. asrın sonlarına kadar, yani kitap pazarında tedavül eden yazma eserlerin alımsatımı şeklinde yapılmış ve sahafların hemen hemen hepsi ticarî faaliyetlerini İstanbul merkezli olarak gerçekleştirmişlerdir. 19. asır ise, sahaflıkta önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Medreselerin İstanbul dışındaki en ufak birimlere kadar yayılması, eğitim sistemindeki reformlar, yeni okulların açılması, okuma yazma oranındaki yükseliş ve bunun sonucunda yeni bir okuyucu kitlesinin ortaya çıkması, sahaflık mesleğinin de bir değişim sürecine girmesini zaruri kılmış ve sahafların bir kısmı geleneksel sahaflıktan önce matbaacı-sahafa, daha sonra da kitapçı-sahafa dönüşmüştür. Ancak bu geçiş eski faaliyet alanlarını tamamen terk etme şeklinde olmamış ve birçok sahaf yazma eser satma yanında hem kitap basma işini hem de toptan kitap ticaretini birlikte yürütmüşlerdir.

Peki, sahaflar nasıl oldu da birden kitap basım işine girmeye başladılar?

Bu değişim birkaç merhalede gerçekleşmiştir. Daha önceleri medrese talebelerinin ve ulema sınıfının kitap ihtiyaçlarını piyasada tedavül etmekte olan yazma eserlerle karşılayan sahaflardan bazıları, bu kesimin talepleri artıp da taleplerini karşılamakta güçlük çekince, satış şansı olan kitapları başta Matbaa-i Âmire olmak üzere mevcut diğer matbaalarda da bastırıp toptan dağıtımını yapmaya ve perakende olarak da dükkânlarında satmaya başlamıştır.

Bazı sahaflar ise edindikleri baskı tezgahlarıyla önce çok sattığı için kâr edebileceklerini düşündükleri dinî eserlerden başlayarak, bizzat kitap basım işine girmiş ve diğer taraftan da okuma yazma oranının yükselmesi halk için yazılmış dinî eserlerle destan ve hikâyelere de talebi artırdığından sahaflardan bir kısmı da bu tür eserlerin basımına yönelmiştir. Sahafların basım işine girmeleri 19. asrın ikinci yarısının ilk yıllarında başlayıp asrın sonuna doğru da iyice yoğunlaştığı ve önce litograf/taşbaskı tezgahlarıyla başlatılan basım faaliyetlerinin, daha sonra gelişme göstererek matbaayla sürdürüldüğü görülmektedir.

Kitap satışının ekonomik bir getirisinin ortaya çıktığı yıllar. 19. yüzyılın ilk yarısında matbu kitaplar sahafların maddi durumunu nasıl etkiledi? Bu dönemde sahafların ekonomik göstergeleri hakkında bilgimiz var mı?

Evet, 19. yüzyılın ilk yarısında sahafların ekonomik durumunda belirgin bir iyileşme yaşanmıştır. Özellikle matbu kitapların ortaya çıkışı, sahaflık mesleğinde ciddi bir dönüşüm yaratmıştır. Bu dönemde sahaflar, Matbaa-i Âmire’de kendi adlarına kitap bastırma hakkı kazandılar. Bu yenilik, onlara önemli bir gelir kaynağı sağladı. Sahaflar, Arapça, Farsça ve Türkçe divanlar, Fransızca’dan çevrilen romanlar ve dini eserler gibi çeşitli kitaplar bastırmaya başladılar. Bu kitaplar arasında fıkıh, akaid, hadis, tefsir, mantık, belagat konulu eserler, medrese öğrencileri ve müderrisler için Arapça gramer el kitapları ve sözlükler de bulunuyordu. Ayrıca, halk arasında oldukça popüler olan Taberi Tarihi ve Muhammediye gibi kitaplar da basılıyordu. Bu gelişmeler sahaf terekelerine yansımış ve matbu eserlerin sayısı hızla artmaya başlamıştır. Sahafların dükkânlarındaki değişimi somut örneklerle de görebiliyoruz. Örneğin, Sahaf Hafız Süleyman Efendi’nin dükkânında, Mushaflar dışında kalan tüm kitapların matbu eserlerden oluştuğu görülmektedir. Bu durum, sahafların matbu kitaplar sayesinde dükkânlarında hem çeşitlilik hem de maddi anlamda büyük bir zenginleşme yaşadıklarını gösterir. Aynı dönemde, sahafların kitap çeşitliliği de genişlemiştir. Basılan kitaplar arasında sadece dini eserler değil, halkın ilgisini çeken romanlar, hikâyeler ve tarihe dair kitaplar da yer alıyordu.

Matbaacılık sahaflara sadece ekonomik anlamda mı katkı sağladı, toplumdaki statülerine de bir etkisi oldu mu?

Kesinlikle, matbaacılığın sahafların toplumdaki statüsüne de büyük bir etkisi oldu. Matbaaya yatırım yapan sahaflar, hem maddi olarak güçlendiler hem de toplumda saygın bir yer edindiler. Bu durum, sahaflık mesleğini de dönüştürdü. Örneğin, Mustafa Esad Efendi hem matbaa sahibi olarak hem de sahaf kethüdalığı yaparak, sahafların sadece kitap satan kişiler değil, aynı zamanda bilgi ve kültür üreten, yayan kişiler olarak görülmesini sağladı. Bu, sahafların toplumsal konumunun güçlenmesine ve itibarlarının artmasına yol açtı.

Bunun en iyi örneklerinden biri, Karahisarî Ali Rıza Efendi ve ailesidir. Ali Rıza Efendi, sahaflık mesleğinin ötesine geçip matbaa kurmuş ve 50 civarında kitap basmıştır. Ailesi, kitap basım ve toptan satış işine girerek ciddi bir ekonomik güç kazanmıştır. Ali Rıza Efendi’nin oğlu Mehmed Sadeddin Efendi, babasının başlattığı kitap basım işini daha da ileriye taşıyarak önemli bir servet biriktirmiştir. Öldüğünde 210.025 kuruşluk (25.203.000 akçe) bir servet bırakmıştır ki, bu dönemin şartlarına göre oldukça büyük bir miktardır. Servetinin büyük bir kısmı dükkânında bulunan kitaplardan oluşmaktadır. Bu kitaplar arasında dini eserlerin yanı sıra tarihe, edebiyata ve halk hikâyelerine dair eserler de yer almaktadır. Mesela, Aşık Garip Hikâyesi’nin 300, Kara Davud’un 200, Yıldıznâme’nin ise 300 nüshası dükkânında bulunuyordu. Bu da kitaplarının geniş bir kitleye hitap ettiğini ve ticari anlamda ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.

19.⁠ ⁠yüzyılın ortalarına gelindiğinde sahaflar artık sadece yazma eserlerle değil, matbu eserlerle de ilgilenmeye başlamışlar. Bu geçiş döneminde sahaflar matbu kitapları dükkânlarına alırken neleri dikkate alıyorlardı?

19. yüzyılın ortalarında sahaflar matbu kitapların ticaretine yöneldikçe dükkânlarında daha çok basılı eserler yer almaya başladı. Özellikle dinî kitaplar ve halkın ilgisini çeken eserler sahafların başlıca ticaret ürünleri haline geldi. Mushaf ticaretine odaklanan Sahaf Hâfız Süleyman Efendi’nin dükkânında Birgivi Şerhleri, Amentü Şerhi, Amme veElif-bâ cüzleri yoğunlukla satılan kitaplar arasındaydı. Yine bu dönem sahaflarından Geredeli Ali Efendi, sahaflıkla toptan kitapçılığı beraber yürütmektedir. Ali Efendi, dükkânındaki kitaplardan anlaşıldığına göre mushaf ve halka yönelik eserler satan bir sahaftır. Dükkânında bulunan 122 Mushaf’ın büyük bir bölümü, fiyatları 2.400-57.840 akçe arasında değiştiğine göre, yazma Mushaf olmalıdır. Dükkânında çok sayıda bulunan Âşık Garib, Tuhfetü’l-Uşşak, Leyla Mecnun ve Ebû Ali Sina gibi eserleri de muhtemelen kendisi basmıştır.

Bu dönemde toptan kitap ticaretine giren diğer sahaflar arasında el-Hac Hüseyin Ağa, Sahaf Hasan Efendi ve el-Hac Nuri Efendi gibi isimler öne çıkmaktadır. Örneğin, Hüseyin Ağa 104.121 kuruşluk bir servet biriktirmiştir ve birçok eserinin toptan satışını yapmıştır. Terekesinde yüzlerce nüshası olan dinî eserler, halk hikâyeleri ve edebî kitaplar yer almıştır. Hasan Efendi de toptan ticaret yaparak zenginleşmiş, ancak borçları nedeniyle maddi sıkıntıya düşmüştür.

Sahaf el-Hac Ali Efendi öldüğünde, elinde sattığı ders kitaplarıyla halk hikâyelerinden yüzlerce nüsha bulunmaktadır. Bu kitaplardan bir kısmı “eczâ” hâlinde yani ciltsizdir. Ali Efendi, öyle anlaşılıyor ki bunları müşteri çıktıkça ciltletip satmaktadır. Ali Efendi’nin bazı sahaflardaki alacağı da bastırdığı kitapların satışı dolayısıyla olmalıdır.

Hâfız Ahmed Efendi de kitap satışı yanında muhtemelen basım işiyle de uğraşan sahaflardandır. Zira terekesinde “kitap için baskı taşı 7: 1.442 kuruş” şeklinde bir kayıt görülmektedir. Ahmed Efendi’nin Hakkâklar Çarşısı’ndaki dükkânında bazı kitapların yüzlerce, bir kitabın da iki binden fazla nüshası bulunmaktadır. Mesela terekesinde harekeli Dürr i Yekta’nın 2.090, Mecmuatü’l-Mühendisîn’in 960, Telhis Metni’nin 631, Tuhfe i Vehbi’nin 1.495 ve Eyyühe’l-Veled Şerhi’nin 1.200 nüshası olduğu belirtilmiştir. 

Bu sahaflar, basılı kitapların ticaretine geçiş yaparak sadece kitap ticaretinde değil, Osmanlı kültürel hayatında da önemli aktörler haline gelmişlerdir. Ciltlenmemiş kitaplar ve baskı taşları gibi unsurlar, sahafların kitapları müşteriye göre kişiselleştirerek sattığını ve basım işini nasıl geliştirdiklerini göstermektedir.

Matbaa-kitap-okul üçü de aynı denklemin parçaları… Bütün bu gelişmeler yaşanırken  o dönemde okullaşma oranı da artıyor tabii. Bu durum sahafların işlerini nasıl etkiledi? Hangi kitap türlerine daha çok talep vardı ve sahaflar nasıl bir strateji izlediler?

19. yüzyılın ortalarından itibaren okullaşma oranının artması, sahafların işlerini önemli ölçüde etkiledi ve onları ders kitaplarına ve halkın ilgisini çeken eserlere yöneltti. Ders kitaplarına olan talep, sahafların ticaret stratejilerini değiştirdi. Örneğin, Sahaf Ahmed Efendi b. Mustafa’nın dükkânında yüzlerce nüshası bulunan ders kitapları dikkat çekicidir. Arap gramerine yönelik kitaplar da oldukça popüler hale gelmişti; Sahaf Mustafa Efendi b. Abdullah’ın dükkânında 920 İbn Akil ve 135 Adalı gibi çok sayıda gramer kitabı yer alıyordu. Aynı şekilde, Sahaf Hüseyin Hilmi Efendi b. Kürtoğlu Abdullah’ın dükkânında Kava’idi Farisî, Kava’idi Sarfiyye gibi matbu ders kitaplarının yüzlerce nüshası bulunmaktaydı.

Sahaflar, ders kitaplarının yanı sıra halka hitap eden dinî eserler, halk hikâyeleri ve tarihi kitapları da ticaretlerine dahil ettiler. Bu eserler arasında Kısas-ı Enbiya, Baytarnâme ve Hediyyetü’l-Kudât gibi halkın ilgisini çeken kitaplar bulunuyordu. Özellikle okullaşmanın artmasıyla birlikte ders kitaplarına olan talep, sahafların ana gelir kaynaklarından biri haline gelmişti. Sahaflar, bu talebi karşılamak için basım işine girerek kitaplarını hem perakende hem de toptan satış stratejileriyle pazarladılar.

Sahaflıktan matbaacılığa geçen kitapçıların yayın politikasında bir husus dikkati çekmektedir. Hemen hemen hepsinin 19. asrın ikinci yarısında yayınladıkları eserler, o güne kadar sürdürdükleri ticaretlerindeki geleneksel çizgileriyle uyumludur; asırlardır sattıkları dinî ilimlerle ilgili eserler yanında halka yönelik birtakım kitaplar ve az da olsa bazı tarih konulu eserleri basmışlardır. Dağıtmak ve satmak için bastıkları kitaplar arasında şiir, hikâye, roman, tiyatro türünde eser pek görülmez. Yukarıda belirttiğimiz gibi başlangıçta dükkânlarında başka yayıncıların bastıkları bu konulardaki eserleri satmayı bile bir süre kabul etmemişlerdir. Bu tür eserler şehrin diğer bölgelerindeki kitapçılar ve diğer başka mesleklere ait esnaf tarafından okuyucuya ulaştırılmıştır. Ancak eğitimin yaygınlaşmasından ötürü oluşan yeni okuyucu kitlesi daha sonra sahaf-matbaacıları da yayın politikalarını değiştirmeye zorlamıştır.

Sahaflık ve kitapçılık terimlerinin yavaş yavaş birbirinden ayrılmaya başlaması ilginç. Hocam, bu ayrışma tam olarak ne zaman ve nasıl gerçekleşti? Osmanlı’da bu iki meslek grubunu nasıl ayırt ediyorlardı?

19. asrın başlarına kadar, birkaç istisna dışında, “sahaf” tabiri sadece yazma eserlerin alım satımını yapan esnaf için kullanılmaktaydı. Ancak yüzyılın ortalarına doğru matbu kitapların yaygınlaşmasıyla birlikte, bu kitapların da sahaf dükkânlarında satılmaya başlaması sahaflık ve kitapçılık arasındaki ayrımı belirsizleştirdi. Matbu kitap ticaretine geçen sahaflar, başlangıçta bu geçişi yavaş gerçekleştirmiş olsalar da zamanla matbu eserler sahaf dükkânlarının önemli bir parçası haline geldi. Matbu kitapları satanlar da uzun bir süre sahaf olarak adlandırılmaya devam etti. Örneğin, 1848 tarihli bir belgede, Takvimhâne-i Âmire’de bastırılan kitapları satan Ahmed Rüşdi Efendi, hem “Sahaf Ahmed Rüşdi Efendi” hem de “Kitapçı Ahmed Rüşdi” olarak anılmaktaydı. Bu durum, sahaflık ve kitapçılık terimlerinin bir süre birbirinin yerine kullanıldığını gösterir.

Aynı yüzyılın ortalarına doğru belgelerde bu iki terim arasında bir ayrışma görülmeye başlandı. Sahaf Osman Efendi b. Hüseyin’in Vezir Hanı’ndaki dükkânına “kitapçı gediği” denilirken, Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkânına “sahaf gediği” denilmesi bu ayrışmanın bir örneğidir. Şehrin farklı bölgelerinde matbu kitap ticareti yapan dükkânlar kitapçı olarak anılmaya başlanırken, Sahaflar Çarşısı’ndaki esnaf sahaf olarak anılmaya devam etti. Mekke’deki bir kitapçının tabelasında “mektebe, sâbıkan sahaf” (kitapçı, eskiden sahaf) ibaresi, bu ayrışmanın somut bir örneğidir. Bu, matbu kitap ticaretine geçen eski sahafların yeni bir kimlik kazandığını açıkça gösterir.

19. yüzyılın ortalarında kurumsallaşmayla birlikte devletin sahaflara ve kitapçılara yönelik düzenlemeleri ne tür ayrımlar doğurmuştur?

19. yüzyılın sonlarına doğru devletin sahaf ve kitapçılara yönelik düzenlemeleriyle birlikte bu iki meslek arasında ayrımlar oluşmaya başlamıştır. 1895 tarihli bir kayıtta, sahaf ve kitapçı terimlerinin ayrı ayrı kullanıldığı görülmektedir: “Sahaf esnâfından İsmail Efendi” ve “kitâbçı esnâfından Ali Efendi.” Ancak bu ayrım genel bir uygulama haline gelmemiştir ve imparatorluğun son dönemlerine kadar matbu kitap satanlar bile sahaf olarak adlandırılmaya devam etmiştir. Bazı sahaflar kendilerini kitapçı olarak tanımlasa da terimler arasındaki fark tam olarak oturmamıştır. Hatta sahaflık başlangıçta müslümanlara özgü bir meslek olmasına rağmen, bazı gayrimüslim kitapçılar için bile “sahaf” sözcüğü kullanılmıştır.

Devlet, kitap ticareti ile ilgili düzenlemelerde genellikle “kitapçı” terimini kullanmıştır. Bu durum, sahafların kitap ticaretinde ikinci plana düştüğünün ve kitapçıların daha öne çıktığının bir göstergesidir. Matbaacılığın ve toptan kitap satışının artması, sahafların servetlerini büyütmüş, ticaret hacimlerini genişletmiş, ancak eski sahafların bir kısmı bu rekabetin gerisinde kalmıştır. 19. yüzyılın ilk yarısında 50 sahafın servetlerinin toplamı 84.731.400 akçe iken, yüzyılın ikinci yarısında 36 sahafın serveti 270.443.520 akçeye yükselmiştir. Bu artış, matbu eserlerin yaygınlaşmasının sahafların gelirlerini artırdığına işaret eder.

Yeni yayınevlerinin ortaya çıkmasıyla sahaflık mesleğinin etkilendiğini görüyoruz. Sahaflar yayıncılığa geçebildiler mi?

19. asrın son çeyreğinde kitap piyasasında önemli bir değişim görülmüş ve bu değişim sonucunda ortaya çıkan yayıncılar, sahafların yapmakta oldukları kitap basım ve satış işlerinin bir kısmını üstlenmişlerdir. Okuyucu profilinde meydana gelen önemli değişimler sonucunda dinî bilgiler sunan ilmihaller, halk hikâyeleri, kahramanlık destanları okuyan kesimlerden farklı olarak romanlar, hikâyeler, tiyatrolar, şiir kitapları, çeşitli ülkeleri tanıtan seyahat kitapları okumak isteyen bilgiye susamış yeni bir okuyucu kitlesi ortaya çıkmıştır.

Bu yönde oluşan talepleri karşılamak için bazı sahaflar bu türden eserleri basmışlarsa da kitap ticaretinde o güne kadar uyguladıkları usulleri değiştirmeleri veya radikal bir değişime gitmeleri mümkün olmamıştır. Bu yüzden kitap piyasasında ortaya çıkan bu süratli değişime uyum sağlayamadıklarından sahafların çok azı yayınevi sahibi yayıncı hüviyetini kazanmıştır. Ayrıca kitap pazarında son derecede artan talebi bu esnaf grubunun karşılamasının mümkün olmaması da yeni bir mesleğin, yani yayıncılığın doğuşuna zemin hazırlayan unsurlardan biri olmuştur.

Kaldıramayacakları iş hacmi yanında sahaf-matbaacıların ve kitapçıların böyle bir dönüşümü gerçekleştirememelerinin başka bazı ticarî ve kültürel sebepleri de vardı elbet.

Sahafların, yazarlarla ilişkileri nasıldı? Yazarların telif hakları, sahafların yayıncılığa geçişini nasıl etkiledi? O dönemdeki sahaf-yazar ilişkilerine dair birkaç örnek paylaşabilir misiniz?

Her şeyden önce asırlar önce yaşamış müelliflerin kitaplarını herhangi bir sınırlama olmaksızın basan sahaflar için bir yazar yayıncı ilişkisi, telif hakları, basım izni, baskı adedi gibi hususlar alışılmadık bir şeydi. Her zaman için okuyucusu hazır kitapları basıp satan sahafların, yeni okuyucu kitlesinin zevklerini, yönelimlerini tespit edebilecek ve böylece satış şansı olan eserleri tayin edebilecek bir altyapıları da yoktu. Daha da önemlisi geniş bir kitleye hitap edecek kitapları basacak sahafların, bu kitleye ulaşmak için sahip oldukları dağıtım ağı da bu konuda yeterli değildi. Özetle söylemek gerekirse sahafların tecrübe sahibi olmadıkları bir alana girmeleri oldukça zordu.

II: Meşrutiyet ile birlikte yayıncılıkta serbestiyetle birlikte matbu eserlerin satışı için sahaf dükkânları yeterli olmayınca, kıraathaneler ve diğer ticari işletmeler devreye girdi. Kitap ilanları, gazete ve mecmualarda yayımlanarak kitapların dağıtım ağı genişletildi. Örneğin, Fatin Dîvânı gibi eserler sahaflardan, oyuncakçılardan, tütüncülerden ve kıraathanelerden satılabiliyordu.

19. asrın ikinci yarısında yayınevlerinin henüz ortaya çıkmamış olmasından dolayı bu alanda ortaya çıkan boşluğu, bazı müellifler yazdıkları kitapları bastırıp bizzat dağıtmaya ve satmaya çalışarak doldurmak istemişlerdir. Hatta Ahmet Mithat Efendi, “Tahtakale’de oturduğu eve hurufat kasası ile ilkel bir baskı makinesi koymuştu. Letâ’if-i Rivâyâtserisinden bazı kitaplar bu matbaada diziliyor, basılıyor, formalar kırılıyor, ciltleniyor, kitapçılara ve o devrin bayileri demek olan tütüncülere dağıtımı yapılıyor, hatta şurada, burada satışa götürülüyordu.”

Matbaacılarla anlaşan müellifler, kitaplarının bir kısmını basım ücreti karşılığında sahaf-matbaacılara bırakmakta, diğer kısmını da bir şekilde satmak üzere kendileri almaktaydı. Bu sebepten bazı müelliflerin terekelerinde yazdıkları eserlerin çokça nüshalarına rastlanmaktaydı. Örneğin, el-Hac İbrahim Efendi’nin terekesinde 7.200 nüsha Edebiyat-ı Osmanî, 1.750 nüsha Hikemiyyât ve Hadikatü’l-Beyân bulunuyordu. Bu durum, sahafların yazarlara telif hakkı ödemek yerine, genellikle yazarların kendi kitaplarını bastırıp bir kısmını sahaflara bıraktığını gösterir.

14 Nisan 1893 tarihinde vefat eden Muallim Naci’nin ölümünden bir buçuk yıl sonra tespit edilen terekesinde, kütüphanesindeki kitaplar yanında telif etmiş olduğu bazı eserlerinin de çok sayıda nüshaları bulunmaktaydı. Muallim Naci’nin kitaplarının müzayedesi dört farklı yerde yapılmıştır: Evinde, Sahaflar Çarşısı’nda, Bâbıâli Caddesi’ndeki Kitapçı Arakel Ağa’nın dükkânında ve Hocapaşa Hanı’nda. Evinde ve Sahaflar Çarşısı’nda kişisel kütüphanesindeki kitaplar satışa sunulurken, Kitapçı Arakel’in dükkânı ile Hocapaşa Hanı’nda, bizzat bastırdığı eserler müzayedeye çıkarılmıştır. Bu ayrım, onun kişisel kitapları ile bastırdığı eserlerin farklı yerlerde satışa sunulduğunu açıkça göstermektedir. Terekesinde listelenen kitaplar arasında kendi eserlerinden bastırmış olduğu 1.167 adet Sünbüle, 1.045 adet Zatün-Nitakeyn, 238 adet ibde Söz, 536 adet Hurde-fürûş, 457 adet Osmanlı Şâirleri, 4 adet Hikemür-Rüfâî, 450 adet Mektuplarım, 770 adet Esâmî, 1.000 adet Kamus‑ı Osmanî ve 1.500 adet İnşâ bulunmaktadır. Bu kitapların bir kısmı dönemin yayıncıları Mihran, Ebuzziya, Kasbar, Arakel tarafından basılmış, bir kısmını da Muallim Naci anlaştığı matbaalarda bastırmıştı. Muallim Naci bastırmış olduğu kitapları Hocapaşa Hanı’ndaki bir odada depoladığından bu kitapların satışı için Bâbıâli’deki Kitapçı Arakel’in dükkânı seçilmişti. Sahaftan kitapçıya geçişin ilk dönemlerindeki görülen bu uygulama, uzun bir süre devam ettikten sonra 19. asrın sonlarında yayıncılar ortaya çıkınca yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır.

Telif hakları ve yeni basım düzenlemeleri sahaflar için ne anlama geldi? Osmanlı’da bu düzenlemeler, sahaflık mesleğini nasıl değiştirdi?

Te’lîf haklarıyla ilgili düzenlemeler de içeren 4 Mart 1857 tarihli “Kitap Tab’ı Hakkındaki Nizâmnâme”, müellifle yayıncının hak ve sorumluluklarını düzenleyerek yayıncılığın yolunu açmıştır. Bu nizâmnâmeyle, müelliflerin telif ettikleri eserleri eğer kendileri bastırmazlarsa “ol kitabın tab’ı hususunda olan imtiyazlarını istek eden kimseye olunacak mukavele ve münasib bir baha ile ba-senet fürüht eyleyüp” denilerek, belli bir süre için telif hakkının devri usulü getirilmiş ve bu daha önceleri kitaplarını bir ücret veya belli miktarda kitap karşılığında matbaacılara bastıran müellifler için önemli bir imkân olmuştur. 1870 tarihinde mektep kitaplarının telif haklarıyla ilgili bir nizâmnâme yayınlanmıştır. Çok sayıda açılan mekteplerde okutulacak kitapların basım ve dağıtımı da yayıncılığı cazip hâle getiren unsurlardan olmuştur.

Özellikle gayrimüslim kitapçılar bu alanda nasıl ön plana çıktılar ve Osmanlı kitap piyasasına nasıl şekil verdiler?

Sahafların yayıncılığa geçememesi, kitap piyasasında büyük bir boşluk yarattı. Bu boşluğu, Batı’nın basım tecrübelerinden yararlanabilen Osmanlı’nın gayrimüslim tebaları doldurdu. Müslümanlardan da Ahmet Midhat, Ahmet İhsan, Ebüzziyâ Tevfik, Hüseyin (İkbal Kütüphanesi), İbrahim Hilmi (Kitabhane-i İslâm) gibi bazı kimseler de yayıncılık faaliyetlerine girmişlerse de bu konuda Ermeniler ön plana çıkmış ve bir kısmı kısa zamanda bu yoldan önemli bir servet sahibi olmuştur. Parseh Keşişyan’ın Tefeyyüz Kütüphanesi, Kirkor Kayseryan’ın Asır Kütüphanesi, Mihran’ın Cihan Kütüphanesi gibi yayınevleri, Osmanlı kitap piyasasında büyük bir etki yarattı. Bu yayıncılar hem kitap basımında hem de dağıtımında başarılı oldular.

Gayrimüslim yayıncılar, özellikle askeri okullarda okutulan kitapları basarak önemli gelir elde ettiler. Karabet Keşişyan ve Arakel Tozluyan gibi isimler, Osmanlı okullarına kitap sağlayarak büyüdüler. Karabet, askeri okullar için kitap basarak matbaa ve apartman sahibi oldu. Yayıncılar, Babıâli Caddesi’nde açtıkları dükkânlarda hem kendi bastıkları kitapları hem de çeşitli yabancı yayınları perakende ve toptan sattılar.

Bu yayıncılar, Osmanlı’daki yayıncılık sektörünün gelişmesine katkı sağladı. Resimli Gazete, Mektep gibi dergileri neşreden Kasbar ve ortağı Karabet, kitapçı ve yayınevi kimliklerini bir arada kullanarak piyasaya hâkim oldular. Özellikle Ermeni kitapçıların bastıkları kitap sayısı 2.000’i geçmiştir ve bu sayede Osmanlı’nın basım dünyasında kalıcı bir iz bırakmışlardır.

20. yüzyılın başlarına geldiğimizde matbu kitap ticareti Hakkâklar Çarşısı’ndan çıkıp şehrin farklı bölgelerine yayılmaya başladığını görüyoruz. Bu genişleme şehrin hangi bölgelerine doğru oldu?

20. asrın başlarında artık matbu kitap ticaretiyle meşgul olan kitapçı dükkânları Hakkâklar Çarşısı, Kapalıçarşı civarındaki hanlara ve Bâbıâli yanında şehrin diğer bölgelerine de yayılmış bulunuyordu. Yayıncılar daha ziyade Bâbıâli civarını tercih etmişlerdi. Kapalıçarşı’daki Sahaflar Çarşısı’nda bulunan yazma eserler satan esnafın yanında, bazı dükkânlarda matbu kitap satan sahaflar da ticarî faaliyetlerini sürdürmekteydiler. Devrin gazetelerinde “Beyoğlu, Galata ve Üsküdar cihetlerinde bulunan bilumum sahaf ve kitapçılardan da” bahsedildiğine göre bu bölgelerde kitapçılıkla uğraşan esnaf sayısı kayıt altına alınmayı gerektirecek kadar çoğalmış olmalıdır. Selim Nüzhet’in [Gerçek] tespitine göre 1908 yılında Hakkâklar Çarşısı’ndaki 52 ve Bedesten’deki 17 sahaf dükkânının yanında Bâbıâli ve çevresinde 35 ve Beyazıt’ın çeşitli bölgelerinde 20 kitapçı dükkânı vardı. Ahmet Rasim, Beyazıt’taki kitapçıların birkaçının Mürekkepçiler Çarşısı’nın içinde, bir kısmının ise Bedesten sırtında toplandığını söylemektedir. Fatih Câmii, Yeni Câmi ve bazı büyük câmilerin avlularında da kitapçı barakaları bulunmaktaydı.

Eminönü ve Galata bölgesindeki hanlarda da muhtemelen yabancı kitap ithali ve kırtasiye teminiyle iştigal eden gayrımüslim kitapçılar yoğunlaşmıştı. 19. asrın sonlarında ve 20. asrın başlarında Çakmakçılar Yokuşu’ndaki Büyük Yeni Han’da H. T. Kelleciyan’ın, Perşembepazarı’ndaki Serpuş Han’da G. Pischtoff’un, Marpuççular Caddesi’ndeki Büyük Abud Efendi Han’da Misakyan ve Garipyan’ın, Zindankapı’daki Zindan Han’da C. Sphyra Freres’in, Yüksekkaldırım’daki İzmirlioğlu Han’da Z. Şişmanyan’ın ve Banka Sokak’taki Saint Pierre Han’da Depasta-Sphyra-Gerard’ın dükkânları bulunmaktaydı. 1840’larda Ermeni kitapçılar Vezirhan’a da yerleşmişlerdi. 19. asrın başlarında Mercan Çarşısı’ndaki Markar (1789-1845) oldukça tanınan bir kitapçıydı.

Kıymetli Hocam, sahafların dünyasına yaptığımız bu yolculuk, bir mesleğin tarihsel dönüşümünün ötesinde, insanın kitaplarla kurduğu bağın izlerini sürmek gibiydi. Sohbetiniz, yalnızca bir tarihsel anlatım değil, aynı zamanda bugün ile geçmiş arasında bir hatırlama, bir yüzleşmeydi. Umarım bu hatırlama bize tarihin kaybolan parçaları geri getirmese de yeni bir anlam kazandırmıştır. Derin söyleşi için çok teşekkür ederim.

NOT: Daha detaylı bilgi için Prof. Dr. İsmail E. Erüsal’ın bu konularla ilgili yayımlanmış kitaplarına müracat edebilirsiniz:

Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar, Timaş Yayınları, 2013.

Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri, Timaş Yayınları, 2014.

Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik, Timaş Yayınları, 2015.

Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphâne, Timaş Yayınları, 2018

Osmanlılarda Kitap Ticareti Sahaflar ve Kitapçılar, Timaş Yayınları, 2021.

Yirmi İki Mürekkep Damlâsı: Osmanlı Sosyal ve Kültür Tarihi Üzerine Sohbetler, Söyleşi: Halil Solak, Timaş Yayınları, 2021.

19. yüzyılın ortalarında Osmanlı İmparatorluğu, pek çok açıdan olduğu gibi, kitap dünyasında da büyük bir dönüşüme sahne oldu. El yazmalarının yerini matbu kitaplar alırken, sahaflık mesleği de köklü bir değişim geçirdi. Eski dünyanın el yazmasıyla satır satır dokunmuş kitapları, matbaanın metalik sesiyle yer değiştirirken, sahafların dünyası da bu yeni zamana ayak uydurmak zorundaydı. Sahaflık artık sadece bir zanaat değil, dönüşen bir kimliğin parçasıydı. Bu kimliğin izini sürmek için sayfaları aralayalım; rehberimiz ise, Türkiye’nin en saygın edebiyat ve kültür tarihçilerinden Prof. Dr. İsmail E.Erünsal.

1945 yılında Erzincan Kemaliye’de dünyaya gelen Erünsal, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü(1968) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden(1969) mezun olduktan sonra, Edinburgh Üniversitesi’nde “The Life and Works of Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi, with a critical edition of his Dîvân” başlıklı çalışmasıyla doktor unvanını aldı(1977).

Meydan Yayınevi’nin yayımladığı Meydan Larousse: Büyük Lugat ve Ansiklopedi’sinin Yayın Kurulu’nda bulunurken aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nde başladığı (1977) öğretim üyeliğini 1990 yılına kadar sürdürdü. 1982 yılında doçent, 1988’de profesör oldu. 1990-2006 yılları arasında Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arşivcilik Bölümü başkanlığını yürüttü. 1992-2000 yılları arasında aynı üniversitenin Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde, 1997-2010 tarihleri arasında da Fen-Edebiyat Fakültesi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı.

Kuruluş yıllarından (1981-1982) itibaren TDV İslâm Ansiklopedisi çalışmalarının her aşamasında ve kurumsallaşmasında çok önemli katkılarda bulunan Erünsal; müellif-redaktör, ilim heyeti başkanı ve Ansiklopedi İnceleme Kurulu üyesi olarak ansiklopedi mutfağında hizmet verdi. 59 madde veya madde bölümü yazdı, çok sayıda maddenin ilmî redaksiyonunu yaptı.

Hâlihazırda İSAM Kütüphanesi’nin ilmî danışmanlığını sürdürmekte ve İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmaktadır.

Erünsal’ın araştırmaları, Osmanlı sahaflarının nasıl dönüştüğünü ve matbaanın onlara nasıl yeni bir kimlik kazandırdığını gösterirken, kütüphanelerin yalnızca bilgi depolamakla kalmadığını, aynı zamanda fikirlerin dolaşımını sağladığını da ortaya koyuyor. Erünsal’ın öğrencileri, bu mirası geleceğe taşıyan yeni araştırmalarla onun izinden gidiyor.

Bu röportajda, Prof. Dr. İsmail E. Erünsal ile birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nda sahaflık mesleğinin 18. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar nasıl bir dönüşüm geçirdiğini, Osmanlı sahaflarının sadece birer satıcı değil kitap kültürünü şekillendiren temel unsurlar haline geldiklerini ve bu sürecin imparatorluğun entelektüel ve ekonomik hayatına nasıl yön verdiğini arşiv kayıtları eşliğinde inceleyeceğiz:

Kıymetli Hocam merhabalar! Osmanlı sahaflarının 18. yüzyıl sonlarına kadar daha çok yazma eserlerle ilgilendiğini biliyoruz. Ama 19. yüzyıla gelindiğinde sahaflık nasıl bir değişim geçirdi? Bu dönüşümün arkasında neler var? Özellikle matbu kitapların yaygınlaşması, sahafların hayatını nasıl etkiledi?

Merhabalar, anladığım kadarıyla uzun bir söyleşiye çıkıyoruz. Kitaplar hazırlıklar tamam görünüyor. Efendim meselemize gelince sahaflık geleneksel biçimde 18. asrın sonlarına kadar, yani kitap pazarında tedavül eden yazma eserlerin alımsatımı şeklinde yapılmış ve sahafların hemen hemen hepsi ticarî faaliyetlerini İstanbul merkezli olarak gerçekleştirmişlerdir. 19. asır ise, sahaflıkta önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Medreselerin İstanbul dışındaki en ufak birimlere kadar yayılması, eğitim sistemindeki reformlar, yeni okulların açılması, okuma yazma oranındaki yükseliş ve bunun sonucunda yeni bir okuyucu kitlesinin ortaya çıkması, sahaflık mesleğinin de bir değişim sürecine girmesini zaruri kılmış ve sahafların bir kısmı geleneksel sahaflıktan önce matbaacı-sahafa, daha sonra da kitapçı-sahafa dönüşmüştür. Ancak bu geçiş eski faaliyet alanlarını tamamen terk etme şeklinde olmamış ve birçok sahaf yazma eser satma yanında hem kitap basma işini hem de toptan kitap ticaretini birlikte yürütmüşlerdir.

Peki, sahaflar nasıl oldu da birden kitap basım işine girmeye başladılar?

Bu değişim birkaç merhalede gerçekleşmiştir. Daha önceleri medrese talebelerinin ve ulema sınıfının kitap ihtiyaçlarını piyasada tedavül etmekte olan yazma eserlerle karşılayan sahaflardan bazıları, bu kesimin talepleri artıp da taleplerini karşılamakta güçlük çekince, satış şansı olan kitapları başta Matbaa-i Âmire olmak üzere mevcut diğer matbaalarda da bastırıp toptan dağıtımını yapmaya ve perakende olarak da dükkânlarında satmaya başlamıştır.

Bazı sahaflar ise edindikleri baskı tezgahlarıyla önce çok sattığı için kâr edebileceklerini düşündükleri dinî eserlerden başlayarak, bizzat kitap basım işine girmiş ve diğer taraftan da okuma yazma oranının yükselmesi halk için yazılmış dinî eserlerle destan ve hikâyelere de talebi artırdığından sahaflardan bir kısmı da bu tür eserlerin basımına yönelmiştir. Sahafların basım işine girmeleri 19. asrın ikinci yarısının ilk yıllarında başlayıp asrın sonuna doğru da iyice yoğunlaştığı ve önce litograf/taşbaskı tezgahlarıyla başlatılan basım faaliyetlerinin, daha sonra gelişme göstererek matbaayla sürdürüldüğü görülmektedir.

Kitap satışının ekonomik bir getirisinin ortaya çıktığı yıllar. 19. yüzyılın ilk yarısında matbu kitaplar sahafların maddi durumunu nasıl etkiledi? Bu dönemde sahafların ekonomik göstergeleri hakkında bilgimiz var mı?

Evet, 19. yüzyılın ilk yarısında sahafların ekonomik durumunda belirgin bir iyileşme yaşanmıştır. Özellikle matbu kitapların ortaya çıkışı, sahaflık mesleğinde ciddi bir dönüşüm yaratmıştır. Bu dönemde sahaflar, Matbaa-i Âmire’de kendi adlarına kitap bastırma hakkı kazandılar. Bu yenilik, onlara önemli bir gelir kaynağı sağladı. Sahaflar, Arapça, Farsça ve Türkçe divanlar, Fransızca’dan çevrilen romanlar ve dini eserler gibi çeşitli kitaplar bastırmaya başladılar. Bu kitaplar arasında fıkıh, akaid, hadis, tefsir, mantık, belagat konulu eserler, medrese öğrencileri ve müderrisler için Arapça gramer el kitapları ve sözlükler de bulunuyordu. Ayrıca, halk arasında oldukça popüler olan Taberi Tarihi ve Muhammediye gibi kitaplar da basılıyordu. Bu gelişmeler sahaf terekelerine yansımış ve matbu eserlerin sayısı hızla artmaya başlamıştır. Sahafların dükkânlarındaki değişimi somut örneklerle de görebiliyoruz. Örneğin, Sahaf Hafız Süleyman Efendi’nin dükkânında, Mushaflar dışında kalan tüm kitapların matbu eserlerden oluştuğu görülmektedir. Bu durum, sahafların matbu kitaplar sayesinde dükkânlarında hem çeşitlilik hem de maddi anlamda büyük bir zenginleşme yaşadıklarını gösterir. Aynı dönemde, sahafların kitap çeşitliliği de genişlemiştir. Basılan kitaplar arasında sadece dini eserler değil, halkın ilgisini çeken romanlar, hikâyeler ve tarihe dair kitaplar da yer alıyordu.

Matbaacılık sahaflara sadece ekonomik anlamda mı katkı sağladı, toplumdaki statülerine de bir etkisi oldu mu?

Kesinlikle, matbaacılığın sahafların toplumdaki statüsüne de büyük bir etkisi oldu. Matbaaya yatırım yapan sahaflar, hem maddi olarak güçlendiler hem de toplumda saygın bir yer edindiler. Bu durum, sahaflık mesleğini de dönüştürdü. Örneğin, Mustafa Esad Efendi hem matbaa sahibi olarak hem de sahaf kethüdalığı yaparak, sahafların sadece kitap satan kişiler değil, aynı zamanda bilgi ve kültür üreten, yayan kişiler olarak görülmesini sağladı. Bu, sahafların toplumsal konumunun güçlenmesine ve itibarlarının artmasına yol açtı.

Bunun en iyi örneklerinden biri, Karahisarî Ali Rıza Efendi ve ailesidir. Ali Rıza Efendi, sahaflık mesleğinin ötesine geçip matbaa kurmuş ve 50 civarında kitap basmıştır. Ailesi, kitap basım ve toptan satış işine girerek ciddi bir ekonomik güç kazanmıştır. Ali Rıza Efendi’nin oğlu Mehmed Sadeddin Efendi, babasının başlattığı kitap basım işini daha da ileriye taşıyarak önemli bir servet biriktirmiştir. Öldüğünde 210.025 kuruşluk (25.203.000 akçe) bir servet bırakmıştır ki, bu dönemin şartlarına göre oldukça büyük bir miktardır. Servetinin büyük bir kısmı dükkânında bulunan kitaplardan oluşmaktadır. Bu kitaplar arasında dini eserlerin yanı sıra tarihe, edebiyata ve halk hikâyelerine dair eserler de yer almaktadır. Mesela, Aşık Garip Hikâyesi’nin 300, Kara Davud’un 200, Yıldıznâme’nin ise 300 nüshası dükkânında bulunuyordu. Bu da kitaplarının geniş bir kitleye hitap ettiğini ve ticari anlamda ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.

19.⁠ ⁠yüzyılın ortalarına gelindiğinde sahaflar artık sadece yazma eserlerle değil, matbu eserlerle de ilgilenmeye başlamışlar. Bu geçiş döneminde sahaflar matbu kitapları dükkânlarına alırken neleri dikkate alıyorlardı?

19. yüzyılın ortalarında sahaflar matbu kitapların ticaretine yöneldikçe dükkânlarında daha çok basılı eserler yer almaya başladı. Özellikle dinî kitaplar ve halkın ilgisini çeken eserler sahafların başlıca ticaret ürünleri haline geldi. Mushaf ticaretine odaklanan Sahaf Hâfız Süleyman Efendi’nin dükkânında Birgivi Şerhleri, Amentü Şerhi, Amme veElif-bâ cüzleri yoğunlukla satılan kitaplar arasındaydı. Yine bu dönem sahaflarından Geredeli Ali Efendi, sahaflıkla toptan kitapçılığı beraber yürütmektedir. Ali Efendi, dükkânındaki kitaplardan anlaşıldığına göre mushaf ve halka yönelik eserler satan bir sahaftır. Dükkânında bulunan 122 Mushaf’ın büyük bir bölümü, fiyatları 2.400-57.840 akçe arasında değiştiğine göre, yazma Mushaf olmalıdır. Dükkânında çok sayıda bulunan Âşık Garib, Tuhfetü’l-Uşşak, Leyla Mecnun ve Ebû Ali Sina gibi eserleri de muhtemelen kendisi basmıştır.

Bu dönemde toptan kitap ticaretine giren diğer sahaflar arasında el-Hac Hüseyin Ağa, Sahaf Hasan Efendi ve el-Hac Nuri Efendi gibi isimler öne çıkmaktadır. Örneğin, Hüseyin Ağa 104.121 kuruşluk bir servet biriktirmiştir ve birçok eserinin toptan satışını yapmıştır. Terekesinde yüzlerce nüshası olan dinî eserler, halk hikâyeleri ve edebî kitaplar yer almıştır. Hasan Efendi de toptan ticaret yaparak zenginleşmiş, ancak borçları nedeniyle maddi sıkıntıya düşmüştür.

Sahaf el-Hac Ali Efendi öldüğünde, elinde sattığı ders kitaplarıyla halk hikâyelerinden yüzlerce nüsha bulunmaktadır. Bu kitaplardan bir kısmı “eczâ” hâlinde yani ciltsizdir. Ali Efendi, öyle anlaşılıyor ki bunları müşteri çıktıkça ciltletip satmaktadır. Ali Efendi’nin bazı sahaflardaki alacağı da bastırdığı kitapların satışı dolayısıyla olmalıdır.

Hâfız Ahmed Efendi de kitap satışı yanında muhtemelen basım işiyle de uğraşan sahaflardandır. Zira terekesinde “kitap için baskı taşı 7: 1.442 kuruş” şeklinde bir kayıt görülmektedir. Ahmed Efendi’nin Hakkâklar Çarşısı’ndaki dükkânında bazı kitapların yüzlerce, bir kitabın da iki binden fazla nüshası bulunmaktadır. Mesela terekesinde harekeli Dürr i Yekta’nın 2.090, Mecmuatü’l-Mühendisîn’in 960, Telhis Metni’nin 631, Tuhfe i Vehbi’nin 1.495 ve Eyyühe’l-Veled Şerhi’nin 1.200 nüshası olduğu belirtilmiştir. 

Bu sahaflar, basılı kitapların ticaretine geçiş yaparak sadece kitap ticaretinde değil, Osmanlı kültürel hayatında da önemli aktörler haline gelmişlerdir. Ciltlenmemiş kitaplar ve baskı taşları gibi unsurlar, sahafların kitapları müşteriye göre kişiselleştirerek sattığını ve basım işini nasıl geliştirdiklerini göstermektedir.

Matbaa-kitap-okul üçü de aynı denklemin parçaları… Bütün bu gelişmeler yaşanırken  o dönemde okullaşma oranı da artıyor tabii. Bu durum sahafların işlerini nasıl etkiledi? Hangi kitap türlerine daha çok talep vardı ve sahaflar nasıl bir strateji izlediler?

19. yüzyılın ortalarından itibaren okullaşma oranının artması, sahafların işlerini önemli ölçüde etkiledi ve onları ders kitaplarına ve halkın ilgisini çeken eserlere yöneltti. Ders kitaplarına olan talep, sahafların ticaret stratejilerini değiştirdi. Örneğin, Sahaf Ahmed Efendi b. Mustafa’nın dükkânında yüzlerce nüshası bulunan ders kitapları dikkat çekicidir. Arap gramerine yönelik kitaplar da oldukça popüler hale gelmişti; Sahaf Mustafa Efendi b. Abdullah’ın dükkânında 920 İbn Akil ve 135 Adalı gibi çok sayıda gramer kitabı yer alıyordu. Aynı şekilde, Sahaf Hüseyin Hilmi Efendi b. Kürtoğlu Abdullah’ın dükkânında Kava’idi Farisî, Kava’idi Sarfiyye gibi matbu ders kitaplarının yüzlerce nüshası bulunmaktaydı.

Sahaflar, ders kitaplarının yanı sıra halka hitap eden dinî eserler, halk hikâyeleri ve tarihi kitapları da ticaretlerine dahil ettiler. Bu eserler arasında Kısas-ı Enbiya, Baytarnâme ve Hediyyetü’l-Kudât gibi halkın ilgisini çeken kitaplar bulunuyordu. Özellikle okullaşmanın artmasıyla birlikte ders kitaplarına olan talep, sahafların ana gelir kaynaklarından biri haline gelmişti. Sahaflar, bu talebi karşılamak için basım işine girerek kitaplarını hem perakende hem de toptan satış stratejileriyle pazarladılar.

Sahaflıktan matbaacılığa geçen kitapçıların yayın politikasında bir husus dikkati çekmektedir. Hemen hemen hepsinin 19. asrın ikinci yarısında yayınladıkları eserler, o güne kadar sürdürdükleri ticaretlerindeki geleneksel çizgileriyle uyumludur; asırlardır sattıkları dinî ilimlerle ilgili eserler yanında halka yönelik birtakım kitaplar ve az da olsa bazı tarih konulu eserleri basmışlardır. Dağıtmak ve satmak için bastıkları kitaplar arasında şiir, hikâye, roman, tiyatro türünde eser pek görülmez. Yukarıda belirttiğimiz gibi başlangıçta dükkânlarında başka yayıncıların bastıkları bu konulardaki eserleri satmayı bile bir süre kabul etmemişlerdir. Bu tür eserler şehrin diğer bölgelerindeki kitapçılar ve diğer başka mesleklere ait esnaf tarafından okuyucuya ulaştırılmıştır. Ancak eğitimin yaygınlaşmasından ötürü oluşan yeni okuyucu kitlesi daha sonra sahaf-matbaacıları da yayın politikalarını değiştirmeye zorlamıştır.

Sahaflık ve kitapçılık terimlerinin yavaş yavaş birbirinden ayrılmaya başlaması ilginç. Hocam, bu ayrışma tam olarak ne zaman ve nasıl gerçekleşti? Osmanlı’da bu iki meslek grubunu nasıl ayırt ediyorlardı?

19. asrın başlarına kadar, birkaç istisna dışında, “sahaf” tabiri sadece yazma eserlerin alım satımını yapan esnaf için kullanılmaktaydı. Ancak yüzyılın ortalarına doğru matbu kitapların yaygınlaşmasıyla birlikte, bu kitapların da sahaf dükkânlarında satılmaya başlaması sahaflık ve kitapçılık arasındaki ayrımı belirsizleştirdi. Matbu kitap ticaretine geçen sahaflar, başlangıçta bu geçişi yavaş gerçekleştirmiş olsalar da zamanla matbu eserler sahaf dükkânlarının önemli bir parçası haline geldi. Matbu kitapları satanlar da uzun bir süre sahaf olarak adlandırılmaya devam etti. Örneğin, 1848 tarihli bir belgede, Takvimhâne-i Âmire’de bastırılan kitapları satan Ahmed Rüşdi Efendi, hem “Sahaf Ahmed Rüşdi Efendi” hem de “Kitapçı Ahmed Rüşdi” olarak anılmaktaydı. Bu durum, sahaflık ve kitapçılık terimlerinin bir süre birbirinin yerine kullanıldığını gösterir.

Aynı yüzyılın ortalarına doğru belgelerde bu iki terim arasında bir ayrışma görülmeye başlandı. Sahaf Osman Efendi b. Hüseyin’in Vezir Hanı’ndaki dükkânına “kitapçı gediği” denilirken, Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkânına “sahaf gediği” denilmesi bu ayrışmanın bir örneğidir. Şehrin farklı bölgelerinde matbu kitap ticareti yapan dükkânlar kitapçı olarak anılmaya başlanırken, Sahaflar Çarşısı’ndaki esnaf sahaf olarak anılmaya devam etti. Mekke’deki bir kitapçının tabelasında “mektebe, sâbıkan sahaf” (kitapçı, eskiden sahaf) ibaresi, bu ayrışmanın somut bir örneğidir. Bu, matbu kitap ticaretine geçen eski sahafların yeni bir kimlik kazandığını açıkça gösterir.

19. yüzyılın ortalarında kurumsallaşmayla birlikte devletin sahaflara ve kitapçılara yönelik düzenlemeleri ne tür ayrımlar doğurmuştur?

19. yüzyılın sonlarına doğru devletin sahaf ve kitapçılara yönelik düzenlemeleriyle birlikte bu iki meslek arasında ayrımlar oluşmaya başlamıştır. 1895 tarihli bir kayıtta, sahaf ve kitapçı terimlerinin ayrı ayrı kullanıldığı görülmektedir: “Sahaf esnâfından İsmail Efendi” ve “kitâbçı esnâfından Ali Efendi.” Ancak bu ayrım genel bir uygulama haline gelmemiştir ve imparatorluğun son dönemlerine kadar matbu kitap satanlar bile sahaf olarak adlandırılmaya devam etmiştir. Bazı sahaflar kendilerini kitapçı olarak tanımlasa da terimler arasındaki fark tam olarak oturmamıştır. Hatta sahaflık başlangıçta müslümanlara özgü bir meslek olmasına rağmen, bazı gayrimüslim kitapçılar için bile “sahaf” sözcüğü kullanılmıştır.

Devlet, kitap ticareti ile ilgili düzenlemelerde genellikle “kitapçı” terimini kullanmıştır. Bu durum, sahafların kitap ticaretinde ikinci plana düştüğünün ve kitapçıların daha öne çıktığının bir göstergesidir. Matbaacılığın ve toptan kitap satışının artması, sahafların servetlerini büyütmüş, ticaret hacimlerini genişletmiş, ancak eski sahafların bir kısmı bu rekabetin gerisinde kalmıştır. 19. yüzyılın ilk yarısında 50 sahafın servetlerinin toplamı 84.731.400 akçe iken, yüzyılın ikinci yarısında 36 sahafın serveti 270.443.520 akçeye yükselmiştir. Bu artış, matbu eserlerin yaygınlaşmasının sahafların gelirlerini artırdığına işaret eder.

Yeni yayınevlerinin ortaya çıkmasıyla sahaflık mesleğinin etkilendiğini görüyoruz. Sahaflar yayıncılığa geçebildiler mi?

19. asrın son çeyreğinde kitap piyasasında önemli bir değişim görülmüş ve bu değişim sonucunda ortaya çıkan yayıncılar, sahafların yapmakta oldukları kitap basım ve satış işlerinin bir kısmını üstlenmişlerdir. Okuyucu profilinde meydana gelen önemli değişimler sonucunda dinî bilgiler sunan ilmihaller, halk hikâyeleri, kahramanlık destanları okuyan kesimlerden farklı olarak romanlar, hikâyeler, tiyatrolar, şiir kitapları, çeşitli ülkeleri tanıtan seyahat kitapları okumak isteyen bilgiye susamış yeni bir okuyucu kitlesi ortaya çıkmıştır.

Bu yönde oluşan talepleri karşılamak için bazı sahaflar bu türden eserleri basmışlarsa da kitap ticaretinde o güne kadar uyguladıkları usulleri değiştirmeleri veya radikal bir değişime gitmeleri mümkün olmamıştır. Bu yüzden kitap piyasasında ortaya çıkan bu süratli değişime uyum sağlayamadıklarından sahafların çok azı yayınevi sahibi yayıncı hüviyetini kazanmıştır. Ayrıca kitap pazarında son derecede artan talebi bu esnaf grubunun karşılamasının mümkün olmaması da yeni bir mesleğin, yani yayıncılığın doğuşuna zemin hazırlayan unsurlardan biri olmuştur.

Kaldıramayacakları iş hacmi yanında sahaf-matbaacıların ve kitapçıların böyle bir dönüşümü gerçekleştirememelerinin başka bazı ticarî ve kültürel sebepleri de vardı elbet.

Sahafların, yazarlarla ilişkileri nasıldı? Yazarların telif hakları, sahafların yayıncılığa geçişini nasıl etkiledi? O dönemdeki sahaf-yazar ilişkilerine dair birkaç örnek paylaşabilir misiniz?

Her şeyden önce asırlar önce yaşamış müelliflerin kitaplarını herhangi bir sınırlama olmaksızın basan sahaflar için bir yazar yayıncı ilişkisi, telif hakları, basım izni, baskı adedi gibi hususlar alışılmadık bir şeydi. Her zaman için okuyucusu hazır kitapları basıp satan sahafların, yeni okuyucu kitlesinin zevklerini, yönelimlerini tespit edebilecek ve böylece satış şansı olan eserleri tayin edebilecek bir altyapıları da yoktu. Daha da önemlisi geniş bir kitleye hitap edecek kitapları basacak sahafların, bu kitleye ulaşmak için sahip oldukları dağıtım ağı da bu konuda yeterli değildi. Özetle söylemek gerekirse sahafların tecrübe sahibi olmadıkları bir alana girmeleri oldukça zordu.

II: Meşrutiyet ile birlikte yayıncılıkta serbestiyetle birlikte matbu eserlerin satışı için sahaf dükkânları yeterli olmayınca, kıraathaneler ve diğer ticari işletmeler devreye girdi. Kitap ilanları, gazete ve mecmualarda yayımlanarak kitapların dağıtım ağı genişletildi. Örneğin, Fatin Dîvânı gibi eserler sahaflardan, oyuncakçılardan, tütüncülerden ve kıraathanelerden satılabiliyordu.

19. asrın ikinci yarısında yayınevlerinin henüz ortaya çıkmamış olmasından dolayı bu alanda ortaya çıkan boşluğu, bazı müellifler yazdıkları kitapları bastırıp bizzat dağıtmaya ve satmaya çalışarak doldurmak istemişlerdir. Hatta Ahmet Mithat Efendi, “Tahtakale’de oturduğu eve hurufat kasası ile ilkel bir baskı makinesi koymuştu. Letâ’if-i Rivâyâtserisinden bazı kitaplar bu matbaada diziliyor, basılıyor, formalar kırılıyor, ciltleniyor, kitapçılara ve o devrin bayileri demek olan tütüncülere dağıtımı yapılıyor, hatta şurada, burada satışa götürülüyordu.”

Matbaacılarla anlaşan müellifler, kitaplarının bir kısmını basım ücreti karşılığında sahaf-matbaacılara bırakmakta, diğer kısmını da bir şekilde satmak üzere kendileri almaktaydı. Bu sebepten bazı müelliflerin terekelerinde yazdıkları eserlerin çokça nüshalarına rastlanmaktaydı. Örneğin, el-Hac İbrahim Efendi’nin terekesinde 7.200 nüsha Edebiyat-ı Osmanî, 1.750 nüsha Hikemiyyât ve Hadikatü’l-Beyân bulunuyordu. Bu durum, sahafların yazarlara telif hakkı ödemek yerine, genellikle yazarların kendi kitaplarını bastırıp bir kısmını sahaflara bıraktığını gösterir.

14 Nisan 1893 tarihinde vefat eden Muallim Naci’nin ölümünden bir buçuk yıl sonra tespit edilen terekesinde, kütüphanesindeki kitaplar yanında telif etmiş olduğu bazı eserlerinin de çok sayıda nüshaları bulunmaktaydı. Muallim Naci’nin kitaplarının müzayedesi dört farklı yerde yapılmıştır: Evinde, Sahaflar Çarşısı’nda, Bâbıâli Caddesi’ndeki Kitapçı Arakel Ağa’nın dükkânında ve Hocapaşa Hanı’nda. Evinde ve Sahaflar Çarşısı’nda kişisel kütüphanesindeki kitaplar satışa sunulurken, Kitapçı Arakel’in dükkânı ile Hocapaşa Hanı’nda, bizzat bastırdığı eserler müzayedeye çıkarılmıştır. Bu ayrım, onun kişisel kitapları ile bastırdığı eserlerin farklı yerlerde satışa sunulduğunu açıkça göstermektedir. Terekesinde listelenen kitaplar arasında kendi eserlerinden bastırmış olduğu 1.167 adet Sünbüle, 1.045 adet Zatün-Nitakeyn, 238 adet ibde Söz, 536 adet Hurde-fürûş, 457 adet Osmanlı Şâirleri, 4 adet Hikemür-Rüfâî, 450 adet Mektuplarım, 770 adet Esâmî, 1.000 adet Kamus‑ı Osmanî ve 1.500 adet İnşâ bulunmaktadır. Bu kitapların bir kısmı dönemin yayıncıları Mihran, Ebuzziya, Kasbar, Arakel tarafından basılmış, bir kısmını da Muallim Naci anlaştığı matbaalarda bastırmıştı. Muallim Naci bastırmış olduğu kitapları Hocapaşa Hanı’ndaki bir odada depoladığından bu kitapların satışı için Bâbıâli’deki Kitapçı Arakel’in dükkânı seçilmişti. Sahaftan kitapçıya geçişin ilk dönemlerindeki görülen bu uygulama, uzun bir süre devam ettikten sonra 19. asrın sonlarında yayıncılar ortaya çıkınca yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır.

Telif hakları ve yeni basım düzenlemeleri sahaflar için ne anlama geldi? Osmanlı’da bu düzenlemeler, sahaflık mesleğini nasıl değiştirdi?

Te’lîf haklarıyla ilgili düzenlemeler de içeren 4 Mart 1857 tarihli “Kitap Tab’ı Hakkındaki Nizâmnâme”, müellifle yayıncının hak ve sorumluluklarını düzenleyerek yayıncılığın yolunu açmıştır. Bu nizâmnâmeyle, müelliflerin telif ettikleri eserleri eğer kendileri bastırmazlarsa “ol kitabın tab’ı hususunda olan imtiyazlarını istek eden kimseye olunacak mukavele ve münasib bir baha ile ba-senet fürüht eyleyüp” denilerek, belli bir süre için telif hakkının devri usulü getirilmiş ve bu daha önceleri kitaplarını bir ücret veya belli miktarda kitap karşılığında matbaacılara bastıran müellifler için önemli bir imkân olmuştur. 1870 tarihinde mektep kitaplarının telif haklarıyla ilgili bir nizâmnâme yayınlanmıştır. Çok sayıda açılan mekteplerde okutulacak kitapların basım ve dağıtımı da yayıncılığı cazip hâle getiren unsurlardan olmuştur.

Özellikle gayrimüslim kitapçılar bu alanda nasıl ön plana çıktılar ve Osmanlı kitap piyasasına nasıl şekil verdiler?

Sahafların yayıncılığa geçememesi, kitap piyasasında büyük bir boşluk yarattı. Bu boşluğu, Batı’nın basım tecrübelerinden yararlanabilen Osmanlı’nın gayrimüslim tebaları doldurdu. Müslümanlardan da Ahmet Midhat, Ahmet İhsan, Ebüzziyâ Tevfik, Hüseyin (İkbal Kütüphanesi), İbrahim Hilmi (Kitabhane-i İslâm) gibi bazı kimseler de yayıncılık faaliyetlerine girmişlerse de bu konuda Ermeniler ön plana çıkmış ve bir kısmı kısa zamanda bu yoldan önemli bir servet sahibi olmuştur. Parseh Keşişyan’ın Tefeyyüz Kütüphanesi, Kirkor Kayseryan’ın Asır Kütüphanesi, Mihran’ın Cihan Kütüphanesi gibi yayınevleri, Osmanlı kitap piyasasında büyük bir etki yarattı. Bu yayıncılar hem kitap basımında hem de dağıtımında başarılı oldular.

Gayrimüslim yayıncılar, özellikle askeri okullarda okutulan kitapları basarak önemli gelir elde ettiler. Karabet Keşişyan ve Arakel Tozluyan gibi isimler, Osmanlı okullarına kitap sağlayarak büyüdüler. Karabet, askeri okullar için kitap basarak matbaa ve apartman sahibi oldu. Yayıncılar, Babıâli Caddesi’nde açtıkları dükkânlarda hem kendi bastıkları kitapları hem de çeşitli yabancı yayınları perakende ve toptan sattılar.

Bu yayıncılar, Osmanlı’daki yayıncılık sektörünün gelişmesine katkı sağladı. Resimli Gazete, Mektep gibi dergileri neşreden Kasbar ve ortağı Karabet, kitapçı ve yayınevi kimliklerini bir arada kullanarak piyasaya hâkim oldular. Özellikle Ermeni kitapçıların bastıkları kitap sayısı 2.000’i geçmiştir ve bu sayede Osmanlı’nın basım dünyasında kalıcı bir iz bırakmışlardır.

20. yüzyılın başlarına geldiğimizde matbu kitap ticareti Hakkâklar Çarşısı’ndan çıkıp şehrin farklı bölgelerine yayılmaya başladığını görüyoruz. Bu genişleme şehrin hangi bölgelerine doğru oldu?

20. asrın başlarında artık matbu kitap ticaretiyle meşgul olan kitapçı dükkânları Hakkâklar Çarşısı, Kapalıçarşı civarındaki hanlara ve Bâbıâli yanında şehrin diğer bölgelerine de yayılmış bulunuyordu. Yayıncılar daha ziyade Bâbıâli civarını tercih etmişlerdi. Kapalıçarşı’daki Sahaflar Çarşısı’nda bulunan yazma eserler satan esnafın yanında, bazı dükkânlarda matbu kitap satan sahaflar da ticarî faaliyetlerini sürdürmekteydiler. Devrin gazetelerinde “Beyoğlu, Galata ve Üsküdar cihetlerinde bulunan bilumum sahaf ve kitapçılardan da” bahsedildiğine göre bu bölgelerde kitapçılıkla uğraşan esnaf sayısı kayıt altına alınmayı gerektirecek kadar çoğalmış olmalıdır. Selim Nüzhet’in [Gerçek] tespitine göre 1908 yılında Hakkâklar Çarşısı’ndaki 52 ve Bedesten’deki 17 sahaf dükkânının yanında Bâbıâli ve çevresinde 35 ve Beyazıt’ın çeşitli bölgelerinde 20 kitapçı dükkânı vardı. Ahmet Rasim, Beyazıt’taki kitapçıların birkaçının Mürekkepçiler Çarşısı’nın içinde, bir kısmının ise Bedesten sırtında toplandığını söylemektedir. Fatih Câmii, Yeni Câmi ve bazı büyük câmilerin avlularında da kitapçı barakaları bulunmaktaydı.

Eminönü ve Galata bölgesindeki hanlarda da muhtemelen yabancı kitap ithali ve kırtasiye teminiyle iştigal eden gayrımüslim kitapçılar yoğunlaşmıştı. 19. asrın sonlarında ve 20. asrın başlarında Çakmakçılar Yokuşu’ndaki Büyük Yeni Han’da H. T. Kelleciyan’ın, Perşembepazarı’ndaki Serpuş Han’da G. Pischtoff’un, Marpuççular Caddesi’ndeki Büyük Abud Efendi Han’da Misakyan ve Garipyan’ın, Zindankapı’daki Zindan Han’da C. Sphyra Freres’in, Yüksekkaldırım’daki İzmirlioğlu Han’da Z. Şişmanyan’ın ve Banka Sokak’taki Saint Pierre Han’da Depasta-Sphyra-Gerard’ın dükkânları bulunmaktaydı. 1840’larda Ermeni kitapçılar Vezirhan’a da yerleşmişlerdi. 19. asrın başlarında Mercan Çarşısı’ndaki Markar (1789-1845) oldukça tanınan bir kitapçıydı.

Kıymetli Hocam, sahafların dünyasına yaptığımız bu yolculuk, bir mesleğin tarihsel dönüşümünün ötesinde, insanın kitaplarla kurduğu bağın izlerini sürmek gibiydi. Sohbetiniz, yalnızca bir tarihsel anlatım değil, aynı zamanda bugün ile geçmiş arasında bir hatırlama, bir yüzleşmeydi. Umarım bu hatırlama bize tarihin kaybolan parçaları geri getirmese de yeni bir anlam kazandırmıştır. Derin söyleşi için çok teşekkür ederim.

NOT: Daha detaylı bilgi için Prof. Dr. İsmail E. Erüsal’ın bu konularla ilgili yayımlanmış kitaplarına müracat edebilirsiniz:

Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar, Timaş Yayınları, 2013.

Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri, Timaş Yayınları, 2014.

Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik, Timaş Yayınları, 2015.

Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphâne, Timaş Yayınları, 2018

Osmanlılarda Kitap Ticareti Sahaflar ve Kitapçılar, Timaş Yayınları, 2021.

Yirmi İki Mürekkep Damlâsı: Osmanlı Sosyal ve Kültür Tarihi Üzerine Sohbetler, Söyleşi: Halil Solak, Timaş Yayınları, 2021.

İSAM Bülteni‘ne

Abone Ol!

İSAM Bülteni‘ne

Abone Ol!